Papağandan Gelen Mektup

Kervanını Hindistan tarafına götürecek bir tâcir, evdekilere tek tek, “Sana Hindistan’dan ne getireyim,” diye sual etmiş. Herkes dileğini bildirmiş. Sıra evdeki papağana gelince, şöyle demiş kafesteki güzel kuş: Orada papağanlar göreceksin. Onlara de ki “Sizlere kavuşma hasretiyle yanan bir papağan elimizde esirdir. Selam ve şu mektubu gönderdi”.

Papağanın mektubu:

Sizlere kavuşma iştiyakıyla, ayrılığın firak ateşinde kavrularak can vermeme gönlünüz razı oluyor mu?

Sizler güller arasında, yemyeşil çimenliklerdeki ağaç dallarındasınız, ben ise yalnızlık zindanında çürüyorum. Revâ mıdır?

Bu mudur vefâ?

Yukarıdaki tâcirin hikayesi ve papağanın mektubu Mesnevî kitabında da var.

Ben bir posta güverciniyim. Babadan devraldım bu mesleği. Asırlardır bu işi yapmış ecdadım. Atalarımdan miras kalan aile arşivini karıştırırken, Hindistan’daki papağanların yukarıdaki mektuba gönderdikleri cevap geçti elime.

Üzerinde şöyle bir not yazıyordu: “Hindistan’daki kuşların işbu cevabî nâmesi tâcirin papağanına teslim edilememiştir. Zira nâme götürüldüğünde, cevabı gözleyen papağanın vefat ettiği öğrenilmiştir.

Bir posta güvercini olarak, muhtevasına bakmadan nâmeleri ulaştırmaktır vazifemiz. Fakat muhatapları artık hayatta olmadıkları için, kafesinde haber gözleyerek hayata veda eden zavallı papağana Hindistan’dan gönderilen cevap mektubunu sizlerle paylaşmamın bir mahzuru olmaz.

Papağanın mektubuna gelen cevap:

“Bizler aynı diyarın bağ ve bostanlarında yaşarız. Doğru! Heyhat ki senden daha az yalnızlık çekmiyoruz. Kalmadı o eski samimiyetler! Sen düşman elindeki bir kafeste esirsin. Bizler kafalarımızda inşa ettiğimiz kafeslere hapsettik kendimizi. Herkes kendi başının çaresine bakar oldu! Kime gidersen git! ‘Uzak durmak en iyisi…’ dediklerini işiteceksin!

Sen ki beş yıl yalnızlık ve ayrılık ateşinde pişip pişip kavruldun! Bugün hürriyetine kavuşup buralara gelecek olsan neyle karşılaşırsın?

Utanıyorum!

Güzel sözlerle teselli etmek, senin gönlünü hoş etmek isterdim. Sana içinde bulunduğumuz ahvali nasıl anlatayım, bilmiyorum.

Bir sihirbaz ortaya çıktı. Bütün diyarlardan kovulmuş, melûn ve rezil bir şarlatan. Daldı aramıza. Soğuttu bizleri birbirimizden.

Bahçelerde toplaşırdık bir zamanlar. Birimiz kadim satırlardan terennüm eder, diğerlerimiz dinlerdik. ‘Hu! Hu!’ eğilen ağaçlar, ‘Hay! Hay!’ esen rüzgâr ve mest olup akan nehirler eşlik ederdi nâğmelerimize! Ah o günler…

Sen esârete düşmeden evvel toplandığımız, cömertçe dallarını uzatan ağaçlara konduğumuz, şerbetten tatlı sohbetler ettiğimiz o meclislere gelmez oldu temiz yürekli kuşlarımız:

Kibir tohumları ekildi. ‘Önce o gelsin…’ diyor herkes.

Şüphe serpildi. ‘Şunun niyeti ne ola ki…’ denilir oldu her fert hakkında.

Kimse kimseyi beğenmez oldu.

Bir bezirgân çıksa da, beni de esir edip kafesine koyup götürse diyorum içimden…”

Ömrü dostlarından cevap beklemekle geçmiş, bir tâcir kafesinde kimi kimsesiz can vermiş o zavallı papağan iyi ki bu mektubu okumadan göçmüş bu fâni âlemden!

Papağanın mektubunu Mesnevî’ye derç eden Mevlânâ, devamına şu notu ilâve etmiş:

“Her nefesi yüz mektuptan tesirli olan ve dostlarından ayrı düşen bu günahsız ve bîçâre papağanın kalbi öyle kırık ki yakaracak olursa, yedi kat göklerde yankılanır nidâsının sesi. Düştüğü esaret sebebiyle boynunu büküp gösterdiği zillet, Hak nezdinde taatten kıymetli. Sûreti kafeste bağlı olsa da, sîreti mekânsız âlemlerde vehimlerin ötesindedir…”

Hindistan’dan gelen cevap mektubunu okuduktan sonra, bu notu daha iyi anlamıştım.

Asırlardan beri arşivde bekleyen ve muhatabına ulaşma fırsatı yakalayamamış kenarları küflenen cevap mektubunu okumak içimi bir hoş etti.

Geçen gün bahçedeki bizim serçe efendiye okudum ve “Kafeslerde bizlerin hasretini çeken dostlarımızı ziyaret etmezsek, bir gün gelecek muhatabımıza hiç ulaşmayan mektubumuz tozlar içindeki nemli arşivlerde çürüyecek,” dedim.

Ne derse beğenirsiniz gösterişten uzak, yüce gönüllü serçe efendi:

“Güvercin efendi! Bırak kafeslerde esir düşen dostlarını şimdi. Sen önce kendine bak! Evvela Hindistan’dan gönderilen anonim mektuptaki tavsiyelere kulak ver. Acaba zihnin kendi inşa ettiğin her hangi bir kafeste esir mi? ‘Kar misali yağacaksınız! İnsanların ayıplarını da, güzelliklerini de nazarınızın bembeyaz örtüsüyle örteceksiniz!’ denmemiş miydi sana? Kaç gönüle dokundun? Bir haftada çaldığın kapı sayısı kaç? Ensenin kalın buzlarını kırıp kaç tane mis kokan güle yaklaştırdın koca gaganı? Semâlara uçup bakma başkalarına tenkit nazarıyla. Bu işin bir de ‘kanatların uçamadığı, koca gagaların işe yaramadığı hesap günü var…”

Ahvalime ayna tutan hikmet sahibi serçenin sözlerini kısa kesiyorum. İçinizde mışıl mışıl uyuyan vicdan azabını rahatsız etmek benim gibi garip ve fakir posta güvercinine düşmez.

Son not:

Mevlânâ hazretleri, tâcirin mektubu Hindistan’daki kuşlara okuduğunda, içlerinden bir kuşun titreyerek can verdiğin zikreder. Muhtemelen kuşların ekseriyeti oralı olmadı. İçlerinden bir papağan üşenmedi ve cevap yazma nezaketini gösterdi demek ki.


Diğer muhtevâ:

Gurbet Şiiri

Rusya İdealiniz Var Mı?

Türkistan Destanı

Arapların Talihsizliği

Serâzât.com’da; sadece Necip YILDIRIM’ın şiir ve makaleleri yer almaktadır. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz ve neşredilemez.