Zindan Adası (Shutter Island): Gerçekler ve Yalanlar

Ters köşe üzerine kurulu olduğu düşünülen, sürprizbozanlı veyahut tek atışlık film olarak kabul gören psikolojik gerilimin had safhada olduğu “shutter island” isimli şaheser filmi, elbette izlememiş olanlar için ne mutlu! Lakin, filmi seyretmemişseniz hemen yazıya ara verip filmi seyretmelisiniz, aksi takdirde pişmanlık duyabilirsiniz.

“Mystic River”, “Gone Baby Gone” isimli romanları, sinemaya uyarlanarak ismini sinema dünyasına da duyuran Dennis Lehane’in, bu kez, 2003 yılında kaleme aldığı, “Shutter Island” romanının aynı isimle sinemaya uyarlanması elbette kaçınılmazdı.

Bu karmaşık hikayeyi sinemaya aktarmak için “Goodfellas”, “Casino”, “Taxi Driver”, “Raging Bull” ve daha birçok efsane filmin yönetmeni Martin Scorsese’nin yönetmen koltuğuna geçmesi de bir katma değerdi.

Yönetmen Martin Scorsese, sinematografiyi, “The Aviator” ve “Casino” filmlerinde de beraber çalıştığı Görüntü Yönetmeni Robert Richardson’a emanet etmekle, filmi izlerken en sıcak yaz günlerinde bile üşümemizi, en mutlu anımızda bile kasvetli bir havaya bürünmemizi sağlıyor.

Yine, oyuncu seçimleri de bir o kadar yerinde. Her bir oyuncu, tüm kabiliyetlerini gösterebilecekleri bir filmde oynama şanslarını iyi değerlendirerek üst seviye bir performans sunuyorlar. Leonardo DiCaprio’nun bu filmde hakkının yendiği aşikar.

Film hakkında malum olan yukarıdaki bilgilerden sonra filmimizin tahliline artık geçebiliriz.

Gerçekler

Aslında Andrew isimli, ikinci cihan harbinin sonlarında vazifeli Amerikan askerlerinden olup, sivilde ise adli vakalarla görevli dedektif polis olan başrolün, Dolores isminde karısı ve 3 çocuğu vardır.

Dolores akıl hastasıdır. Hasta olduğunu kocası Andrew’a söylemesine, hatta oturdukları apartman dairesini kundaklamasına rağmen Andrew bu durumu kabullenmemiş, karısının yaptıklarını ve hastalığını görmezden gelmiştir. Yangın sonrası bir müstakil eve taşınmışlar. Evin kenarındaki gölde 3 çocuğunu da boğarak öldüren anne Dolores’i, çocuklarının cansız bedenleriyle karşılaşan Andrew, silahı ile öldürmüştür.

Bunun üzerine hapis cezasına mahkum edilen Andrew, gerek harp zamanında yaşadıkları, gerekse yaşadığı bu vahim vaziyet karşısında akli dengesi bozulduğu için hapishane yerine akıl hastanesine sevk edilmiştir. Akıl hastanesinde, en tehlikeli hasta görüldüğü için 2 yıl boyunca hususi tedbirlerle tedavisi yürütülmüş; kendisinin suçlu olmadığını hissetmek için savunma mekanizmasının güçlülüğü ve üstün zekasıyla çeşitli akıl oyunları kurup, kendisini buna inandırmıştır.

Andrew, kurgusuna inanılmadığında, şiddete başvurarak hastalara ve çalışanlara ciddi zararlar vermiştir. Böylece, Akıl hastanesi idaresi, Andrew için Lobotomi’yi, yani cerrahi beyin operasyonu ile Andrew’ın hafızasını silerek geçmişini hatırlamayağı bir tedaviye karar verirler. Ancak filmde başrolün meslektaşı Chuck olarak gösterilen doktor Shehann, son bir şans verip Andrew’ın kafasındaki kurguyu, adadaki herkesin rol aldığı bir oyun olarak oynanmasını ister. Belki de Andrew, tüm bu yalanların kendi hayali olduğunu kabullenecek ve tedavisinin mümkün olduğu da bu şekilde anlaşılacaktır.

Ateş ve Su

Filmin esrarı için kullanılan semboller, aslında esrarın çözülmesi için bize verilmiştir. Başlıca semboller su ve ateştir. Ateş, başrolümüz Teddy’nin hayal gücünü, halüsinasyonunu yani yalanları temsil ediyor. Su ise bunun tam tersi olan gerçekliği temsil ediyor.

Açılış sahnesinde Teddy’nin, sislerin içinde ve suyun üzerinde ilerleyen feribottaki istifra ve baş dönmesi şeklinde sağılığının bozulduğunu yani suya olan reaksiyonunu görüyoruz. “Topla kendini Teddy… Topla kendini … Sadece su… çok fazla su”.

Teddy, ilk gece ranzada uyurken, ünlü ressam Gustav Klimt’in “öpücük” isimli tablosunun da sinema tasvirinin son derece başarılı uygulandığı rüya sahnesinde, karısının küle dönüşünü görmektedir. Yani, yangında öldüğü yalanını görüyor. Çatıdan akan su ise bu yalan rüyadan uyanmasını sağlayarak gerçekliğe dönmesini sağlıyor.

Hastalardan bilgi alındığı bir bölümde, hasta Madam Kearns’ün dinlenildiği sahnede, hastanın suyu içerken Teddy’nin bakışından çekilen planda, bardak ve içindeki su görünmemekte, ama diğer planlarda bardağın olduğunu ve suyu Madam Kearns’ün içtiğini görüyoruz. Burada Teddy’nin suyu ve temsil ettiği hakikatleri görmediğini; yani artık bunun zorlamayla değil, kendiliğinden bir kabullenme olduğunu anlıyoruz.

Mağara sahnesinde ortadaki ateş, o sahnenin tamamen hayal ve halüsinasyondan yani yalandan ibaret olduğunu, bu sahnenin gerçekte yaşanmadığını gösteren bir temsilden ibarettir. Zira, gerçekte var olmayan bir karakter olan, sadece karısı Dolores Chanal’ın anagramı olarak türetilen Rachel Solando ile konuşmaktadır. Bu sahnede konuşulanlar ise ortadaki ateşin büyüklüğü ile orantılı derecede büyük yalanlardan ibaret…

Hayalinde kurduğu, evini kundaklayarak eşi ve çocuklarını öldürdüğünü ve sonrasında intikam için adaya gelerek yüzünü kestiğini iddia ettiği Andrew Laeddis ile konuştuğu rüya içindeki rüya sahnesinde de yine büyük bir ateş var ve yine tamamen hayaller, halüsinasyonlar peşi sıra bizlere gösterilmekte.

Adadaki nitelikli güvenlik bölgesi olan C bloktaki George isimli bir hastayla görüştüğü sahnede ise, sinema dilinin ne kadar güçlü olduğunu, yönetmenimiz mükemmel bir anlatımla bize bahşediyor. Zira, bir kibrit çöpündeki cılız ateşle gerçekleri bastırmaya çalışan başrol, ne kadar kibrit yaksa da sonunda ateşin sönmesine, yani yalanların tükenmesine engel olamıyor. 

Sürekli yağmur yağması sebebiyle oluşan rahatsızlığı ise sigara içmek suretiyle rahatlayarak denge sağlanıyor.

Sair izahlar

Gerçekte polis olmayan Chuck’ın, silahı kemerinden çıkarmakta zorlanması; Teddy Daniels’ın her sigara içtiğinde, kendisinin değil başkasının yakması; sorgulama esnasında Teddy’nin hastaya kızıp gardiyanları çağırması; Madam Kearns’ün Dr. Shehann hakkında yakışıklı vesair övgülerle bahsederken Chuck’ın yüzünün utanmak suretiyle kızarması; Rachel Solando’yu arama sahnelerinde Teddy ve Chuck’a eşlik eden polislerin hiçbir şey yapmadan oturması ve daha birçok sahnede gerçekler adeta gözümüze sokuluyor.

“Canavar olarak yaşamak mı yahut insan olarak ölmek mi” gibi muhteşem bir replikle kapanan filmimiz, bazı seyircilerin kafasını karıştırsa da; başrolümüzün yalanlar üzerine kurduğu dünyasında herkese zarar veren bir canavar olarak yaşamak yerine, artık gerçekleri kabullendiğini ve bu gerçeklerle yaşayamayıp ölmeyi tercih ettiğini açıkça ortaya koyuyor.

Truths and Lies

Peki size, “Zindan Adası”nın “Gerçekler ve Yalanlar”ın anagramı olduğunu söylesem…

Evet, doğru duydunuz! Rachel Solando’nun aslında Dolores Chanal; Andrew Laeddis’in aslında Edward Daniels olması gibi; “Shutter Island” da aslında “Truths and Lies” isminden türetilmiş bir anagram.

Sizce de muhteşem değil mi?