İrfanda Yeni Bir Açılım

Modern zamanların en büyük safsatası: Renkler ve zevkler tartışılmaz!

Osmanlı’da halk; avam ve havas olarak kabaca ikiye ayrılıyordu. Havas, bilhassa saray ve çevresinde gelişen zevkiyle, estetiğiyle, bilgisi ve irfanıyla rafine edilmiş kimselerden müteşekkildi. İmparatorluğun çeşitli alt merkezlerindeki sanat, marifet ve edebiyat çevrelerinde yanan meşâleler bu münevverler tarafından tutuşturulmaktaydı.

Bir de, çobanıyla, çiftçisiyle, esnafıyla, zanaatkârlarıyla avam vardı. Osmanlı’daki avam, kara cahil kimseler değildi. Bugün olduğu gibi herkes önlük ve üniforma giydirilerek mecburi eğitime tabi tutulmuyordu belki, ama havasa intisap etme yolu herkese açıktı.

Her halükârda, insanlığa mal olacak seviyede eserler çıkaracak üst seviyedeki kimselerle avam arasında ciddi bir fark vardı. İsmine havas dediğimiz kesim, yüzlerce yıllık kültürel birikimden damlayan özü oluşturmaktaydı. Bütün bir medeniyet; bilgide, ahlakta, edebiyatta, sanatta ve pek çok başka cihetlerde üstün bir idrak ve irfan seviyesine sahip bu kimselerde tecessüm etmişti. Elbette ki, toplumdaki her ferdin bu hususiyette olması beklenemezdi.

Fransız İhtilâli patlak verdi. Bir anda millîleşme başladı. Her şey belirli toprak parçasının içine göre şekillenmeye başlandı. İdrak, şuur, dava, sanat, edebiyat… Ve irfan belli sınırlar çerçevesinde hayat bulmak durumundaydı.

Son iki asırda, yaşanan en dehşet verici değişim ve dönüşümlerden birisi şudur: Şahsında bir medeniyeti tecessüm ettiren münevver havas gitti; yerine ise, sadece “ulusal” kıymetleri şahsında tecessüm ettirmeye çalışan bir “elit” kesim geldi.

Kaybolanlar; coğrafi olarak, kendini Osmanlı topraklarından bile ötelerden mesul tutan bir idrakin temsilcileriydi. Savundukları değerler, cihanşümuldü. Hudutlarla, milliyetle, lisanla ve renklerle kelepçelenmemişlerdi.

Bizde de bir ihtilal yapılmıştı. Genç cumhuriyet, halkı dönüştürmek istiyordu. Köy Enstitüleri, Tevhid-i Tedrisat, Dil Devrimi, Harf İnkılâbı… Netice: İrfan seviyesi dümdüz olmuştu. Çukurlar doldurulmuş, tümsekler kazınmıştı. Bu ihtilal, her şeyi o günün şartlarına göre yeniden tersim etmek mecburiyetindeydi. Yeni bir elit kesim meydana getirmek de bunların arasında yer alıyordu. Yani Cumhuriyetin de kendine göre bir “havas” zümresi olmalıydı.

Hâkeza bu hedefe ulaşıldı ve irfanını Cumhuriyetin sınırlarıyla sınırlandırmış bir elit kesim türetildi. Bir zamanların havas mertebesine çıkılamazdı. Zaten istenen de bu değildi. Yenilikler kitlelere anlatılmalı ve kabul ettirilmeliydi. Onun için, her şey “sadeleşmeliydi”: Dil, tarih, edebiyat, sanat… Ve en önemlisi de havas. Eski münevverlerin yerini yeni “aydın”lar almıştı.

İstisnaları olmakla beraber, bu tarife uyan bir aydın zümresiyle gelindi bugünlere. İki asır kadar evvel, düz yazının içine koymaktan hayâ edecekleri satırları şiir diye kitaplarına yazan zevattı bunlar. Edebiyat, sinema, tiyatro, neşriyat ve bilahare irfan… İdrak ve estetiğimizi besleyen bütün kaynaklar bu kesimin elindeydi. En büyük meziyeti “Batıyı taklit” etmek olmuştu. Ama gidenlerin bıraktığı boşluk o kadar büyüktü ki; hiçbir taklit geriye kalan irfan boşluğunu dolduramazdı.

Gelelim bugüne… Eğer cihanşümul olma iddiasındaysanız;, cihan seviyesinde düşünmeniz gerekmez mi? Madem ki “Yaradılanı Yaradandan ötürü…”; öyleyse coğrafya neden idrakinize, estetiğinize, sanatınıza, tefekkürünüze ve irfanınıza gem vursun?

Herkes her şeyi anlamak mecburiyetinde değil. Avam seviyesine indirilen bir irfan ne ölçüde bir cihan devletine kifayet edecek fikrî ufuklar açabilir? Osmanlı bu cihetten de ciddi bakımdan tetkik edilmeli. Fransız İhtilâlinden beri bir millileşme süreci yaşıyoruz. Millileşme yani, yavanlaşma. Bir toplumda herkesin aynı bilgi, estetik, ahlak ve idrak seviyesine sahip olması beklenebilir mi?

Yeni kadrolara ihtiyacımız var. “Cumhuriyet tarihinde yaşayan” şairlerin Sultanı Necip Fazıl Kısakürek’in işaret ettiği “Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri” en azından anlamaya gayret eden münevverlere. İhracat trilyon dolara ulaşsın, cari açık sıfır olsun, dünyadaki bütün devletlerde elçilikler açılsın, sporda çok sayıda madalyalar alınsın… 2023 ve 2071 hedeflerini bir de “İrfan” noktasından ele almak mecburiyetindeyiz. İrfan, bir medeniyetin idrak, şuur ve mütalaa kabiliyetidir.

“Renkler ve zevkler” dâhil, güdük olan ne varsa tartışılmalı.

——-

Serâzât.com’da; sadece Necip YILDIRIM’ın şiir ve makaleleri yer almaktadır. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz ve neşredilemez.