Körfez Birliği ve Bütünleşme

Körfezde Birlik Düşüncesi

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK – Gulf Cooperation Council), Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Umman devletlerinin 1981’de bir araya gelerek bölgesel işbirliğini arttırmak amacıyla kurdukları bir oluşum.
Teşkilatın kuruluş maksadı, ortak petrol politikası takip etmek, güvenlik alanında işbirliği yapmak ve İran tehdidine karşı birlikte hareket etmektir. Ayrıca, üye ülke vatandaşları arasındaki işbirliğinin artırılması, ülkelerarası ilişkilerin yoğunlaştırılması ve ekonomik bağların güçlendirip derinleştirilmesi hedeflenmektedir.
Ticaret ve ekonomi sahalarının yanı sıra, güvenlik konusunda da ortak hareket etme kararı alan KİK üyeleri, her hangi birisine yapılacak bir askeri saldırının hepsine yapılmış sayılacağını öngörmüşlerdir. Böyle bir fikrin ortaya çıkmasının başlıca sebebi, İran’ın Şiilik temelinde rejim ihraç etme politikasından duyulan endişedir.
Ya Petrol biterse?
Ekonomik açıdan KİK son derece önemli bir bölgedir. Dünya petrolünün % 42’si ve dünya doğal gazının %23’ü KİK ülkelerindedir.  KİK ülkelerindeki bütçe fazlası 542 milyar dolar olup, KİK ülkelerinin yurtdışından ellerinde bulundurdukları finansal varlıkların 1.8 trilyon dolar olduğu tahmin edilmektedir.  2003 yılında dünyanın on yedinci en büyük ekonomisi olan KİK 2008 yılında on üçüncü sıraya yükselmiştir.

Son olarak, yaklaşık 5 trilyon dolarlık sermaye birikimiyle dikkat çeken KİK ülkelerinin, sadece şirketlerinin elinde bulundurduğu sermayenin 800 milyar dolardan daha fazla olduğu tahmin edilmektedir.

Körfez ekonomisinin petrol ve doğal gazdan elde edile gelir temelinde inşa edildiği görülmektedir. Suudi Arabistan, dünya petrol rezervlerinin beşte birine sahiptir ve (Rusya ile birlikte) dünyanın en büyük petrol üreticisidir. Katar, Rusya ve İran’dan sonra dünyanın en büyük üçüncü doğal gaz rezervine sahip ülkedir.
Ancak petrol ve doğal gaz rezervlerinin ileride tükenecek olması, bu ürünlerin fiyatlarındaki dalgalanmalar, petrol fiyatlarına bağlı olarak azalan kişi başına gelir, yüksek nüfus artış oranı ve artan işsizlik oranları bu ülkelerde ekonomik çeşitlendirme (diversification) dönüşümünü zorunlu hale getirmektedir.
KİK ülkeleri, mevcut refah düzeyini petrol veya doğalgaz rezervleri tükendiği zaman da aynen sürdürebilmek için acilen yeni sanayi ve sürdürülebilir yatırımlara yönelmeleri gerekmektedir. Bunun için de, mevcut fonların insan kaynaklarına, araştırma geliştirmeye ve yeni teknolojilere ayrılması gerekmektedir. Elbette ki bu hedefin başarılmasında ülkelerin münferit çabalarına ilaveten KİK’in de, Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, üyelerinin oluşturduğu sinerjiden istifade ederek bu misyonu başarmada etkin rol oynaması gerekmektedir. Örneğin KİK içindeki en büyük devlet olan Suudi Arabistan, muazzam petrol gelirine rağmen, ortalama kişi başına düşen gelirin en az, büyüme oranının en yavaş ve petrol dışı gelirin en düşük olduğu ülke konumundadır.

Körfez monarşileri Amerikan kuklası mı?

Kime karşı savunma?

KİK ülkeleri, güvenlik ve savunmak konularında ortak hareket etmek üzere çeşitli adımlar atmışlardır. Özellikle savunma güçlerini ortak bir konsept etrafında toplama anlamında operasoynel prosedürlerini ve askeri müfredatlarını birleştirmişlerdir. Ancak, KİK’in askeri ve güvenlik sahada attığı adımlar yeterli değildir. Başta KİK’in en büyük üyesi Suudi Arabistan olmak üzere, söz konusu ülkelerin güvenliğini ABD sağlamaktadır. Zira bu ülkelerin güvenlik anlamında kendi aralarında yaptıkları işbirliği ve bağımsız hareket etme girişimleri askeri anlamda bölgesel dengelerde etkili olacak nitelikte değildir.

ABD’nin bölge dengelerini iyi okumayan, KİK ülkelerinin talep, endişe ve uyarılarını dikkate almayan politikalar izlemesi neticesinde KİK üyelerinin güvenleri sarsılmış ve bu ülkeler Irak’ta düşük profilli bir rol benimsemişlerdir. Bu da, dolaylı yoldan İran’ın Irak’taki nüfuzunu artırmasına yol açmıştır. Unutulmamalıdır ki İran gücünü esas olarak Amerika’nın hatalarına borçludur. Washington bölgede yanlış politikalarını sürdürdükçe ve özellikle Filistin için barışçıl alternatifler üretmedikçe İran bölgede güç ve prestij kazanacaktır. Yemen, Irak, Lübnan ve Filistin örneklerinde görülüyor ki, Orta Doğu’daki her türlü istikrarsızlık İran’ın işine gelmektedir. Buna mukabil KİK, (en azından ekonomik bakımdan) istikrar adası konumundadır.

Avrupa Fars veya Arap Körfezi değil, Huzur Körfezi istiyor!

Avrupa Birliği için Orta Doğu göz ardı edilemeyecek bir bölgedir. AB, Orta Doğu’da hedeflerine ulaşmak anlamında ABD’nin tersine yumuşak güç kullanmayı tercih etmektedir. Böylelikle Refah seviyesi yüksek olan AB için, istikrarlı ve güvenlik açısından tehditler barındırmayan komşuların mevcudiyeti esastır. Bu çerçevede, yasa dışı göçün önlenmesi, enerji arz kaynaklarının güvenliği ve istikrarsızlıkların bertaraf edilmesi için,  Orta Doğu’da istikrar adası haline gelmiş bulunan Körfez ülkeleriyle yakın ilişki kurmak AB için önemlidir. KİK AB’nin en çok ihracat yaptığı beşinci bölgedir. AB ise, KİK’in en büyük ticaret ortağıdır.

Rüşvetle ayakta duran monarşiler!

Sonuç olarak denebilir ki, Körfez’deki kral ve emirler ABD ve Batılı devletlerin çıkarlarına paralel politikalar takip ettiği sürece, demokrasinin yokluğu, rejimlerin şekli ve siyasi özgürlüklerin askıya alınmış olması problem teşkil etmemektedir. Bu tezi doğrulayan en çarpıcı örnek, Vahabilikle yönetilmekte olan Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan’ın Afganistan, Çeçenistan bütün Türk Cumhuriyetleri ve pek çok diğer ülkede radikal Vahabi gruplara destek verdiği açıkça bilindiği halde, ABD Suudi Arabistan’ın gayri demokratik ve totaliter  rejimiyle yakın ilişkiler kurabilmektedir.

KİK bütünleşmesi AB olabilir mi?


En büyük derdimiz demokrasi!

Körfez ülkeleri, bölgesel dengeler, uluslararası sistemin meydana getirdiği konjonktür ve ortak çıkarlar sonucunda KİK çerçevesinde bütünleşme (entegrasyon) sürecine girmişlerdir. Bütünleşme süreci Avrupa Birliği örneğinden farklıdır. Ayrıca, kurulduğu günden günümüze kadar geçen otuz yıllık sürece baktığımızdan, üye ülkelerin KİK organları lehine yetki veya egemenlik devri noktasında AB’ye kıyasla daha az gönüllü davrandıkları görülmektedir. Bu itibarla, KİK’in tamamıyla bir hükümetlerarası (intergovernmental) bir örgüt olduğunu söyleyebiliriz.
KİK kuruluş belgesinin dibacesinde, Arap milletine ve İslami değerlere atıf yapılmaktadır. Bu iki kavramın üye ülkeler arasındaki özel ilişki, ortak karakter ve benzer sistemlere sahip olmalarına sebebiyet verdiği vurgulanmıştır.

Demokratik kültürün yokluğu ve demokratik kurumların eksikliği KİK ülkelerinde bütünleşme önündeki en büyük engeldir. Demokrasi, halkın (demos) halk tarafından ve halk için yönetildiği bir rejimdir ve Körfez ülkelerinde demos siyaset sahnesinden uzak tutulmaktadır. KİK, kuruluşundan bu yana, bütünleşme yönünde irade, çalışma ve baskı unsuru olabilecek bir sivil topluma sahip değildir. Bunun içindir ki, krallık veya emirlikle idare edilen körfez devletleri, nispeten fakir olan ve cumhuriyetle yönetilen bir başka körfez ülkesi olan Yemen’in birliğe dahil edilmesine
günümüze kadar sıcak bakmamışlardır.
KİK üyeleri arasındaki bütünleşme süreci önündeki zorluklar şu şekilde sıralanabilir: Gümrük Birliğinin henüz hayata geçirilememiş olması, üye ülkeler arasında müktesebat farklılıklarının bulunması, bütün üyelerin monarşi ve otokrasilerden oluşması, özellikle en büyük üyesi olan Suudi Arabistan’da sivil toplum ve demokratik hakların mevcut olmayışı, siyasilerin hedeflenen parasal birlik yönünde gönülsüz davranmaları, güç bakımından Suudi Arabistan’la diğer üyeler arasında asimetrik bir ilişkinin varlığı. 1999 yılında gümrük birliği oluşturma kararı alınmış olmakla beraber, uygulamada noksanlıklar bulunması, uygulamadaki gevşekliğe bir örnek olarak verilebilir.

Neye niyet, neye kısmet!
KİK ülkeleri henüz kendi aralarında tam anlamıyla bir uyum içinde hareket etmemektedirler. Üye ülkelerin iç politika tercihleri ve dış politika öncelikleri farklılıklar arz etmektedir. Üyeler arasında güç ve büyüklük bakımından da farklılıklar bulunmaktadır. Ancak bütün bu farklılıklar, uyumlu bir bölgesel işbirliğinin gerçekleştirilmesini engelleyecek mahiyette ve ölçüde değildir.
Körfez İşbirliği Konseyi henüz değişimin başındadır, ancak değişimin olumlu yönde oluşu umut vaat etmektedir. Entegrasyon sürecinin hız kazanması ile birlikte, KİK ülkelerinin kendi aralarındaki işbirliğini arttırmaları gerek üye ülkeler gerek üçüncü taraflar açısından olumlu sonuçlar doğuracaktır. Bölgenin genel anlamda serbest dolaşım, sosyal, ekonomik, kültürel, bilimsel, akademik konularında işbirliğini ve ticaret hacmini arttırmasıyla enerji dışı alternatiflere de yönelmesi mümkün olacaktır.
KİK diğer Arap ülkeleri açısından bir cazibe merkezi haline gelmiştir. KİK ülkelerinin doğal kaynaklardan elde ettikleri gelir, bütünleşmeyle kendi vatandaşları arasında meydana getirdikleri sermaye ve işgücünün serbest dolaşımı, finansal piyasalarının diğer Arap ülkelerinden daha etkili oluşu gibi faktörler KİK’i bir cazibe merkezi haline getirmiştir. Günümüzde, Mağrib ve Meşrik Arap ülkelerinde KİK üyelerinin yatırımları çoğalarak devam etmektedir ve ticari ilişkiler gelişmektedir. KİK’teki bu refah artışı ve ekonomik anlamda “havç”u elinde bulunduruyor oluşu yumuşak güç bakımından KİK’in bölgedeki etkinliğini artırmaktadır.
KİK ülkeleri, Avrupa Birliği bütünleşme süreci baz alındığında, bu anlamda Orta Doğu’da gerçekleşen en başarılı bütünleşme sürecidir diyebiliriz. Arab Birliği veya Mağrib Birliği gibi teşebbüslerin hiç biri, KİK’te olduğu kadar düzenlemelerde üyeler arasında ortak standartlara ulaşma, sermaye ve emeğin serbest dolaşımı, ticari entegrasyon hususlarında muvaffak olamamışlardır. Bölgesel ve uluslararası bazı dengeler açısından kimi üyelerin ABD ile doğrudan ticari anlaşmalar imzalamaları KİK’in ortak gümrük rejimini zedelemektedir. Ancak bütün bunlar KİK’in Orta Doğu’da daha evvel hiç görülmeyen bir kurumsal birlik olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
İran Devriminin meydana getirdiği tehdit, Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgali veya İran-Irak savaşının meydana getirdiği istikrarsızlık, KİK’in oluşmasına zemin hazırlayan sebep ne olursa olsun; gelinen nokta itibariyle, KİK bütünleşmesiyle ortaya çıkan fiili durumdan bütün üyelerin memnun olduğunu söylemek mümkündür. Her ne kadar, KİK’te ticaret ön planda olsa da, ticaretin siyasete yer yer yön gösterdiğini söylemek yanlış olmasa gerektir. Ticaretteki serbestleşme karşılıklı bağımlılığı artırmış ve ticaretin meydana getirdiği iç içe geçmişlik, birlikten geriye dönmenin maliyeti hiçbir üyenin göze alamayacağı bir hal almıştır.
Hükümetlerin tamamıyla realpolitik sebeplerden yola çıkarak kurdukları bir oluşum olan KİK, siyasi haklardan mahrum olan vatandaşlara ticari serbestlik, ekonomik refah ve özgürlük umudu getirmiştir. Bu durum, monarşilerin planlamasının dışında gelişmiştir.

İran tehdidine karşı birlik! Şerden doğan hayır mı?


Siyasi rejimin ihracatı olur mı?

İran İslam Cumhuriyeti, 1980’lerden itibaren KİK gündeminde üst sıralarda yer almaktadır. İslami Devrim’in akabinde KİK ülkeleri, İran’ın ideolojik yayılmacılığı ve nükleer güç geliştirme çabalarının bölgesel istikrarı kendi aleyhine bozmasından endişe etmişlerdir. Bir yandan İran’ın ülkelerinde yaşayan Şii azınlıklar üzerindeki muhtemel etkilerden çekinirken, diğer yandan da sınırlı askeri kapasiteleri ile tarih boyunca pek çok hususta ihtilaf yaşadıkları bu yeni güç ile baş edemeyecekleri telaşına kapılmışlardır.
Bu çerçeveden bakıldığında, KİK’in kurulmasında, İran’a dair endişelerin büyük rolü vardır. 1971’de İngiltere’nin bölgeden çekilmesi ile bağımsızlığına kavuşacak olan Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ait üç adanın İran tarafından işgal edilmesi (Ebu Musa, Büyük Tunb ve Küçük Tunb), Bahreyn toprakları üzerinde tarihsel hakları olduğunu iddia etmesi Körfez’in İran’a göre Basra, Suudi Arabistan ve diğer Arap devletlerince Arap Körfezi olarak tanımlanması ve Körfez ülkelerinde yaşayan Şii azınlık üzerinde İran’ın nüfuz çabaları KİK ve İran arasındaki gerginliğin aslında Devrim’den önceye dayandığını gösterir. Devrim ile birlikte Ayetullah Humeyni’nin Körfez ülkelerine yönelttiği eleştiriler ve İranlılara getirdiği hac yasağı da ilişkileri zedeleyen sebeplerdendir.

İran’dan kaçarken ABD’ye yakalanmak!

KİK üyelerinin İran’ın gücünden duydukları bu endişe onların ABD’ye yakınlaşmalarını sağlamıştır. Fakat, yanı başlarındaki bu problemli İran’ın ve onun desteklediği terörist örgütlerin şimşeklerini üzerlerine çekmemek için ABD ile yakın ittifaklık izlenimi vermek istememektedir. Öte yandan, Amerika’nın İran için kullandığı ithamları da sorgusuzca kabul etmemektedir. Konsey ülkeleri İran’ın barışçıl amaçlar için nükleer araştırma hakkını savunmakta, ve rivayet edilen nükleer silah programı üzerine ABD ve İran arasında çıkan ihtilafın çözümü için diplomatik girişimleri desteklemektedir. KİK üyelerine göre, Amerika’nın İsrail nükleer gücünü savunan tutumu çifte standarda işarettir. Bir açıdan da İran her şeye rağmen düşmandan ziyade bir komşu ülkedir, ve üye ülkelerin öncelikleri arasında, örneğin bölgede demokrasiyi savunan Amerika’yı kollamak yerine İran gibi kendi demokratik olmayan hükümetlerini korumak vardır. İran rejiminin Filistin davasına yönelik güçlü desteği de, Ahmedinejat ve rejimini KİK üyelerinin eleştirilerinden korumaktadır.
1990’lar başlarında, İran devlet başkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani’nin girişimleri ile özellikle Suudi Arabistan’la ilişkilerde belirli bir yumuşama gözlenmiştir. Suudi Arabistan da İran’ın 1. Körfez Savaşı’ndaki tarafsızlığından memnuniyet duymaktaydı. Riyad 1996’da Dhahran’daki Amerikan Hava Kuvvetleri Khobar Kuleleri kompleksinin bombalanmasında İran’ın rolünü afişe etmeyerek güven kazanmıştır; zira ABD’nin bunu haber alması üzerine İran’a yönelik bir askeri saldırı düzenlemesi durumunda bölgede oluşabilecek istikrarsızlığı bertaraf etmek istemiştir. Yine de halklar arasında doğrudan temas, yahut iki başkent arasında doğrudan uçuş seferleri bulunmamaktaydı. Pek çok açıdan BAE’nin zengin emirliklerinden Dubai her iki ülke arasında aracı işlevi görmüştür. İran’ı ziyaret etmek isteyen Suudi Şiiler başta önce Dubai’ye uçmak zorunda kalırken, başkan Muhammed Hatemi döneminde direkt uçuşlar başlamıştır. Her iki ülkeden ticari delegeler karşılıklı ziyaretlerde bulunmuşlar ve Suudi Şiiler İran’daki kutsal mekanlara ziyaret hakkı edinmişlerdir. İki ülke arasında 2002 yılında bir güvenlik anlaşması da imzalanmıştır. 2009 seçimleri sonrasında muhalefeti bastırmaya yönelik eylemler karşısında ise KİK üyeleri genelde sessiz kalmayı tercih etmiştir.

Birleşik Arap Emirliği’ne bakıldığında, 19. yüzyıl sonlarından itibaren ülkelerinde siyasi istikarsızlık ve yüksek vergilerden yakınan İranlı tüccarların buraya göç ettiği görülmektedir. Bu kişiler BAE’nin başarılı kalkınma hikayesinin önemli aktörleri olmuşlardır. Karşılığında hükümet tarafından kendi camilerini inşa etmeleri için toprak ve sübvansiyonlar sunulmuştur. Ülkede Şiiler için özel mahkemeler ve okulların kurulmasına da müsaade edilmektedir.  Dubai’den başkent Tahran’a ve Meşhed, Tebriz, İsfahan ve Şiraz gibi önemli şehirlere sıklıkla uçuşlar gerçekleşmektedir. Yine İran’a yönelik ve yaptırıma tabi olan mallar önce Dubai’ye gelmekte, ve buradan doğruca bir İran limanı veya havaalanına yönlenmektedir. KİK genelinde İranlıların şirket veya finansal kurum başlatmalarına yönelik de hiçbir engel bulunmamaktadır.

İran’ın Bahreyn ve Katar ile işbirliğini güçlendirme çabalarının altında, bu ülkelerde konuşlanmış Amerikan üslerinden İran nükleer sitelerine yönelik olası saldırıların önünü alma niyeti yatmaktadır. Gözardı edilemeyecek bir Şii nüfusuna sahip Bahreyn, kerhen de olsa Tahran’ın barışçıl amaçlarda kullanılmaya yönelik nükleer güç geliştirmeye hakkı olduğunu savunmakta ve İran’ın Körfez ülkeleri ile işbirliğini derinleştirme çağrılarına olumlu yaklaşmaktadır. Bahreyn İran ile ekonomik ve ticari ilişkiler de geliştirmektedir. Buna tepki olarak ABD Adalet Bakanlığı, merkezi Bahreyn’de bulunan Future Bank’a, İranlı Bank Melli tarafından kontrol edildiği sebebiyle yaptırım politikası uygulamaktadır. İki ülke arasındaki tarihsel gerginliklere rağmen, Ahmedinejat hakkında ağır bir eleştiri yayınlayan Akhbar al-Khaleej gazetesi, Bahreyn hükümeti tarafından kapatılmıştır. Katar da, nükleer program konusunda BM Güvenlik Konseyi’ndeki geçici üyeliği süresince (Ocak 2006-2008) İran’ı savunmuştur. Doha, Rusya ve İran ile birlikte OPEC’e benzer bir doğal gaz karteli kurmayı da planlamaktadır.

Umman ve Kuveyt de İran’ın düşmanlığını celp etmeyecek politikalar takip etmektedirler. Umman da, Dışişleri Bakanı Yusuf Bin Alavi’nin Aralık 2008’de verdiği demece göre İran’ın nükleer girişimlerinin sorun teşkil etmediğine inanmaktadır. Diğer yandan ülkeler arasında, İran’dan yılda bir milyar metreküp doğalgaz satın almak için görüşmeler yapılmıştır. Benzer şekilde Kuveyt de ABD’den İran’ın egemenliğine saygı duymasını beklemekte ve ülke topraklarını İran’ın nükleer programına karşı bir saldırı için kullandırmayacağını söylemektedir.
Yukarıda detaylandırıldığı üzere, KİK-İran ilişkileri ABD’nin arzu ettiği rotadan saptığı intibaı uyandırabilir, fakat Konsey ülkelerinin İran’ı sisteme dahil etmeye çalışan duruşu, Amerika’yı tamamiyle dışladıkları anlamına gelmemelidir. ABD hâlâ bu ülkelerin en önemli ticari ve askeri partneridir. Ancak KİK nezdinde Amerika’nın gölgesi altında günü kurtaran geçici çözümler yerine, daha uzun soluklu ve kapsayıcı bir bölgesel şemsiye oluşturulması öncelik taşımaktadır. Bu oluşumun sadece süper güç Amerika tarafından değil, uluslararası toplulukça da desteklenmesi arzulanmaktadır.

İran, Körfez ülkeleri ile ortak güvenlik çerçevesi oluşturarak Körfez ülkelerinin Washington’a olan bağımlılığını kırmayı, İran’ı yalnızlığına son vermeyi ve ABD’nin bölgedeki askeri varlığını gereksiz kılmayı hedeflemektedir. Buna karşılık ABD, İran nüfuzu altındaki Orta Doğu ihtimaline karşılık Amerika destekli Arap Orta Doğu kartını ileri sürmüştür. Böylece, İran’ı yalnız bırakma ve Körfezi kendi nüfuzu altına alma politikası takip etmiştir. Böylelikle bölge ülkelerini silahlandırma fırsatını da elde etmiştir.

Nükleer tehdit konusunda KİK üyeleri bütün Körfez bölgesinin İsrail dahil olmak üzere nükleer silahtan arındırılması taraftarıdır. Bu sayede İran da bu yolu tercih etmeye ikna edilebilir. İran’ın nükleer kapasitesi hususunda Konsey ülkeleri diplomasi ve barışçıl çözüm yollarından yana oy kullanmaktadır. Aralık 2008’de KİK üye ülkeleri Mısır, Irak, Ürdün ve BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi artı Almanya ile (5+1) bir araya gelerek bu sorunu masaya yatırmışlardır. da KİK üyeleri için İfade edilmesi gereken bir başka husus da, Hizbullah ve Hamas’ın istikrarlı Batı karşıtlığına yönelik artan sempati ve bunun kendi otoritelerini sarsabileceği endişesidir.

Türkiye için Körfez: Yeni Keşfedilen Eski Dostluk

Türkiye için Körfez: Yeni Keşfedilen Eski Dostluk

Her şeyin yenisi, dostun eskisi

Günümüzde Orta Doğu’da, kuzeyde Türkiye, güneyde Basra Körfezi’nin arasında kalan bir kriz kuşağı bulunmaktadır. Türkiye ve KİK, bu kuşaktaki krizlerin çözümlenmesi için bölgenin istikrarına olumlu katkıda bulunabilecek iki kanatta yer almaktadır. Türkiye, Körfez bölgesinde ortaya çıkabilecek herhangi bir istikrarsızlıktan doğrudan etkilenecek ülkelerin başında yer almaktadır ve KİK, bölgede güvenlik, istikrar ve refahın sağlanması için önemli bir görev üstlenmektedir. Bu çerçevede ele alındığında, Türkiye ile KİK ülkelerinin bugün ortak çıkarları ve hedefleri paylaşmaktadırlar ve Türkiye Körfez bölgesinin güvenliğine büyük önem vermektedir. Körfez ülkeleriyle Türkiye arasındaki bağlar yüzyıllardır süregelen bağlardır ve artan karşılıklı etkileşim sonucunda daha da sağlamlaşmaktadır.

Kendi güvenliği ve istikrarı için komşularıyla problemlerini çözmeye ve çevre bölgelerde barış ve istikrarı sağlamaya odaklanan Türkiye, “komşularla sıfır problem” politikasıyla başlattığı süreci, son dönemde kurulan ve kurulması planlanan yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyleri aracılığıyla her alanda ‘maksimum entegrasyon’a doğru taşıma hedefindedir.

Türkiye eski vilayetlerini yeniden hatırlıyor!

Türkiye’nin Körfez ülkeleri ile ilişkileri; son yıllarda ivme kazanan karşılıklı ziyaretler, düzenlenen toplantılar ve imzalanan anlaşmalarla tarihinin en parlak dönemini yaşamaktadır. Daha önce siyasi, ideolojik ve psikolojik engeller yüzünden ekonomik ve ticari alanla sınırlı kalan ve belli bir seviyenin üzerine çıkamayan ilişkiler, artık kurumsallaşma yolunda hızla ilerlemektedir. İlişkilerin kaderini iktidarların ve rejimlerin ömrüne veya dış konjonktüre bağımlı olmaktan kurtaran kurumsallaşma, hiç şüphesiz bölge açısından önem arz etmektedir.

Türkiye, yakın zamana kadar bir anlamda Orta Doğu bölgesine sırtını dönmüş sayılabilecek bir durumdaydı. Bilhassa 1980’lerden itibaren bu ülkeler ile olan ticari ilişkilere büyük önem verilmesinin ardından bölgeyle olan ilişkilerin yeniden canlandığını söylemek mümkündür. Türkiye bölgenin barışı, refahı ve istikrarına katkıda bulunmaya ve ihtilaflarda taraf olmamaya önem vermektedir.

Türkiye, KİK’in ilk kez tek bir ülke ile düzenli danışma mekanizması ve süreci oluşturduğu devlettir. Bu husus, Türkiye’nin bölgeye verdiği önemi ortaya koymaktadır. Ayrıca Türkiye, Eylül 2008’de KİK ile stratejik işbirliği mutabakatı imzalamıştır. Böylelikle, KİK ve Türkiye arasında, siyasi, ekonomik ve stratejik alanlarda bir bölgesel diyalog süreci başlatılmıştır.

Ekonomik işbirliğini öngören “Türkiye-KİK Ekonomik İşbirliği Çerçeve Anlaşması” 2005 yılında imzalanarak karşılıklı olarak yürürlüğe girmiştir. Başta enerji, ulaşım, altyapı, yatırım, gıda güvenliği ve turizm olmak üzere ekonomik, ticari ve teknik her alanda kapsamlı bir ekonomik işbirliği öngörülüyor. İki ekonomik bölge arasında doğrudan ticaretin yapılabilmesi için ulaşımın etkin ve hızlı bir şekilde sağlanması gerekliliğinden hareketle, Körfez’i Türkiye’ye, buradan da Avrupa’ya bağlayacak demiryolu ve otoyolu ağları kurulması planlanmaktadır. Askerî ve savunma sanayi alanında da karşılıklı işbirliği ve koordinasyon öngörülülmektedir. Bütün bu hedefler gerçekleştiği takdirde, 2002-2008 döneminde sekiz kat artarak 16,6 milyar dolara ulaşan Körfez ülkeleriyle ticaret hacminin ve aynı dönemde değeri 16,1 milyar dolara varan Türk müteahhitlerin bu ülkelerde yaptıkları toplam işin, önümüzdeki dönemde katlanarak artacağı tahmin edilmektedir.

KİK bölgesi Türkiye açısından özellikle ticari işbirliği bakımından son derece mühimdir. Orta Doğu’da istikrarsızlığın hüküm sürmesine ve gerginliklerin artmasına rağmen, bu ülkeler genel anlamda istikrar içinde bulunmaktadır. Düzenli enerji ihracatından dolayı sabit gelir kaynağı olan, aynı zamanda birikmiş sermayesi bulunan KİK ülkeleri, Türkiye’nin yatırım ve ticareti için çok büyük fırsatlar bulundurmaktadır.

Türkiye’nin Körfez’le gelişen ilişkileri bağlamında, doğalgaz rezervleri, sermaye birikimi, finans merkezi olma yolunda hızla ilerleyişi ve bölgesel problemlerde başarılı arabuluculuk girişimleriyle dikkat çeken Katar öne çıkmaktadır. 2000 yılında 21 milyon dolar olan ticaret hacminin 2008’de ivme kazanarak 1 milyar doları aşmış ve karşılıklı yatırımların 8 milyar doları geçmiştir.

Bu münasebet herkesin faydasına!

Vurgulanması gereken bir başka husus da, Türkiye’nin genelde Orta Doğu ile, özelde ise KİK ülkeleriyle olan ilişkileri, Türkiye’nin Avrupa ile olan ilişkilerine rağmen değil, aksine bu ilişkileri takviye eder şekilde gelişmektedir. Zira Türkiye’nin bölgeye yönelik yapıcı ve pozitif yaklaşımı, Avrupa Birliği için de Türkiye bakımından bir katma değer oluşturmaktadır. Türkiye, komşusu olan ülkelerle ‘sıfır problem’ ilkesi çerçevesinde bir dış politika izleyen, bölgesel istikrarla hem kendi hem de bölgesel refahın artmasını arzulayan bir ülke konumundadır ve olaylara karşılıklı kazanç ilişkisi olarak bakmaktadır. İstikrarsızlıklarla ve krizlerle mücadele eden Orta Doğu bölgesinin kuzeyinde Türkiye, güneyinde ise KİK, müreffeh, istikrarlı ve güvenli bölgeler olarak öne çıkmaktadırlar. Dolayısıyla, kuzey ve güneyden yapılacak açılımlarla, bu istikrarsız bölgenin istikrarlı olabilmesi için Türkiye-KİK sinerjisi büyük önem taşımaktadır. Özellikle bölgesel ekonomik ilişkilerin daha sağlam temeller üzerinde yayılabilmesi için istikrarın ikili düzeyin ötesinde, bölgesel çapta yaygınlaştırılması gerekir.

——-

Serâzât.com’da; sadece Necip YILDIRIM’ın şiir ve makaleleri yer almaktadır. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz ve neşredilemez.