Kim hayal etmedi güneşten aşkla yayılan hararetli ışıkların o zerefşân kubbeden yansıyarak gözlerini kamaştırmasını!
Akdeniz’in teravetli havası ile çöllerin üzerinden gelen deli rüzgarın buluşmasından bir iksir yapıp sînesine çekmek arzulamayan oldu mu?
Fırsatınız olsa, secde etmez miydiniz taşlarında?
Gül yüzlü ihtiyarların tebessümünde nakşolunan çizgilerde peygamberlerden kıssalar okumayı hanginiz istemedi!
Devesine kölesini bindirip şehre giren hükümdarın bastığı mukaddes toprakları öpmek istemeyen mi var?
Her sene “Miraç Kandili” denildiğinde, yüreğinin tâ derûnunda bir sızı hissetmeyen kendine Müslüman diyebilir mi?
Evine yabancıların gelip zorla yerleştiği kimseye parya derler.
Susuşunuz sabrınızdan, aldığınız terbiyeden, vaktini beklemekte olduğunuzdan değil mi?
İtiraf edin: Başka çok az hususta hissediyorsunuz “kahrolmak” kelimesinin yakıcı ateşini. Değil mi?
Ve o çocukların elindeki sapanda taş olmayı murad ediyorsunuz.
Bir isim acıtır mı insanın canını? Hançer misali saplanmıyor mu “Selahaddin” vicdanınıza?
Ehl-i sünnette fitne çıkarmama prensibi esastır. Fertler sabırla dua etmekle muvazzaf kılınmıştır. Vazifenin tevdi edildiği büyüklerine mutabaat etme emri vardır. Ondandır diş etlerimizi ezercesine çenemizi sıkıp beklememiz.
Her Müslüman bir hedefle gelir dünyaya. Daha doğrusu hedeflerinden biridir Kudüs.
Hayal değil, hedeftir Kudüs.
Damarlarımızda dolaşan kan, ciğerlerimizi dolduran nefes gibidir. Her soluğun harlattığı dâvâ meşâlesidir.
İlâhî hüküm muhakkak yerine gelecektir. Ve elbette doğacaktır beklenen Selahaddin!