Mahkumiyet ve Hürriyet

Son işkence seansı sonrasında yarı şuursuz hale düşen mahkumun elleri, yere sıkıca mıhlanmış olan tek kişilik demir sandalyenin arkasına kelepçelenmişti. Vücudunun her tarafından dalga dalga içine işleyen ağrılarla nefesi bir inlemeyle çıkıyordu. Zifiri karanlığın arkasında saklanan hücre duvarları, o acı iniltiyi ve hücreye yaklaşmakta olan gardiyanın ayak seslerini dehşetle dinliyordu.

Ağrıların seslendirdiği ürpertici inleme ve duvarların korkulu bekleyişi, gardiyanın kocaman botuyla demir kapıya vurmasıyla son buldu. Kapının orta üst kısmındaki sürgülü gözetleme deliğini açan gardiyan, kibirli, mağrur ve alaycı bir edayla bağırdı:

— Kahraman, öldün mü?

Öne doğru sarkan kafasını güçlükle kaldıran mahkum, çizgi halinde önüne uzanan ışığın kaynağını ararcasına bakışını karışlık deliğe doğru yükseltti ve seslendi:

— Yaşamak daha keyifli.

Bu cevapla çılgına dönen gardiyan, hızla hücrenin kapısını açtı ve elini havaya kaldırıp mahkumun kafasını kulak hizasından koparırcasına copunu yüzüne yapıştırdı.

— Aldın mı keyfini, mahkum!

— Ben mahkum değilim. Asıl mahkum olan sensin.

— Sen kafayı mı yedin?

— Ben buraya zorla getirildim. Ama sen bu zindana kendi rızanla geldin. Aramızdaki tek fark, elindeki cop, belindeki tabanca ve kıyafetin.

— Buraya geldim, istersem giderim de. Ama sen gidemezsin. Seni zavallı, kapana kısılan fare gibi elimdesin.

Gözlerini kapatıp umursamaz bir tavırla kafasını arkaya doğru salıveren mahkum, birkaç saniye geçince, önce ferahlamışçasına tebessüm etti sonra da gülmeye başladı. Vurulmuşa dönen gardiyan, mahkumun kâkülünü avuçladı:

— Neyine gülüyorsun? Kafesteki kuştan, otopsi odasındaki ölüden…

Mahkum gardiyanın lafını kesti ve gözlerini açmadan konuşmaya başladı:

— Ne kadar güzel bir deniz. Altın renkli kumsala bakar mısın? Hiç böyle cıvıl cıvıl yer görmemiştim. Ah şu kızlar, denizdeki dalgalar gibi narin ve kıvraklar. Mahkum gardiyan, sen iğrenç kokan hücrede elleri bağlı arkadaşınla egonu tatmin etmeye devam et. Ben mahallenizdeki kızlarla sahilin keyfini çıkaracağım.

Gardiyan; dövmekle, korkutmakla bir yere varamayacağını anlamıştı. Mağlubiyeti kabul etmiş görünmemek için, yoruluncaya kadar mahkumu dövdükten sonra, hücreden çıktı ve öfkeyle demir kapıyı kilitleyerek deliği kapattı. Mahkum arkasından haykırdı:

— Ben özgürüm! Ben özgürüm! Ben özgürüm!

** ** ** **

Dünyada hiç kimse mahkum edilemez.

Mahkumiyet hukuki bir mefhum. Cezaî bir müeyyide. Mahdut bir yerde, hareket kabiliyetinden ve davranış serbestisinden farklı ölçülerde ve değişen sürelerle mahrum bırakılmak.

İnsanın iki farklı ciheti var: Biri, beş duyu organıyla alakalı olan bedenî-maddî ciheti, diğeri; fikrinin, ruhunun, idrakinin, şuurunun, inancını ihtiva eden manevi ciheti..

Birinci cihet klasik edebiyatta “şeş cihet” tabiriyle ifade edilir. Bütün insanlarda aynıdır. Necip Fazıl, Zindandan Mehmed’de Mektup şiirinde bu “altı cihete” şöyle atıf yapar:

Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli…

İnsanların ayırt edici hususiyetleri, ikinci cihetle alakalı. Zira insanı kendisi yapar ve benliğinin özünü kazandırır. Bir insana hüviyetini kazandıran hususiyetler gayr-i maddi olan ikinci boyutta saklıysa, o insanın bir mahkum sayılabilmesi için onun bu ikinci boyutunun sınırlandırılmış olması gerekir. Halbuki, bir insanın duymak, görmek, hissetmek, tatmak ve koklamak gibi bedeni yönleri bir başkası tarafından sınırlandırılabildiği halde; düşünmesine, idrak etmesine, benliğinin derinliklerinde belli bir inanç beslemesine, kendine ait bir dünya telakkisi geliştirmesine veya zihninde bir hayat tarzı tersim etmesine hiçbir şekilde mani olunamaz. Hatta ölüme mahkum edilip maddi hayatı sona erdirilse dahi; o kişinin şuurunda yaşattığı değerler manzumesi yok olmaz. İnsanı bu zaviyeden ele aldığımızda, kısıtlanması, zapturapt altına alınması mümkün değildir.

İnsanın mahkum olmaktan masun olabilmesi ve hür olma yolunu kendine daima açık tutabilmesi için maddi hudutlarını aşıp gayr-i maddî olan ikinci cihete kanatlanması icap eder.

Mahkum olmaya en müsait kimse; hislerine esir ve hayatı maddiyatla mahdut kişidir. Varlığının ifadesi maddi cihetin tatmininden ibarettir. Bu tatmin kanalları tıkandığında “mahkum” olacaktır.

İnsan, mevcudiyetinin hedefini birinci cihetten kurtarıp ikinci cihete teksif ettiği nispette potansiyel bir mahkum olmaktan uzaklaşmış olacaktır. Maddi cihetten kurtulup gayr-i maddi cihete terfi edince; kuytu bir çukurda, zifiri karanlık bir köşede ve en namüsait şartlarda bile, kendisinden başka kimsenin ulaşamayacağı âzâde bir şuur, serâzât bir fikir ve müstahkem bir inanç taşıyabilecektir.

Kelimeler:

Hüviyet: Kimlik; Müeyyide: Yaptırım; Telakki: Anlayış, Görüş, Kabul; Tersim: Resmini Yapma; Manzûme: Dizge, Nazım, Ahenkli bir Bütün; Masun: Korunan, Korunmuş, Saklanmış; Serâzât: Serbest ve Özgür; Âzâde: Serbest; Teksif: Yoğunlaştırma, Sıkılaştırma, Koyulaştırma, Odaklanma; Müstahkem: Sağlamlaştırılmış.

——-

Serâzât.com’da; sadece Necip YILDIRIM’ın şiir ve makaleleri yer almaktadır. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz ve neşredilemez.