Burası küçük bir oda. İçeride 5 – 6 kişi var. Ortada bir yatak, üzerinde de biri var. Yanmış, simsiyah kömür gibi. Orda hareketsiz yatıyor. Odadaki herkes halinden dolayı şaşkın. Ona kim dokunsa elinde simsiyah bir leke bırakıyor. Etrafa siyah bir duman yayılıyor. Duman maddenin gaz hali olabilir ama oldukça ağır. Her şeyi herkesi bastıracak, hareket etmelerini önleyecek kadar ağır. Herkes dumanın altında kalıyor. Birkaç tekmeyle herkesi odadan gönderiyor. O da simsiyah kömür haliyle dışarı çıkıyor.
Kalbi alev almış, göğsünde görünüyor. Ona bakan herkes alev alev yanan kalbini görebiliyor. Derken kendi de alev alıyor ve yürümeye başlıyor. Ne varsa yakıp yıkarak yürüyor. İnsanlar kaçışıyor, binalar yıkılıyor ama umrunda değil, sadece yürüyor. Sonunda bir sınıra ulaşıyor.
Burası uçsuz bucaksız çimenli bir yer. Orada bekliyor. Camdan bir duvar var. Arkasına bakıyor, yangın yeri. Az önce o başlattı. Kendisi kömür gibi simsiyah. Bu manzara ise çok güzel. Bastığı her yerde siyah ayak izleri bıraktığı için orayı da kirletmekten korkuyor. Kendisini oraya layık görmüyor ama bir yanı da orda yürümek istiyor. Peki bu kadar öfkeyle orada ne yapacak? Daha 2 dakika önce alev alev yanıyordu, orayı da tutuşturmaz mı?
Bu kadar öfke neden, neye ve kime? Çok fazla. Onu kömür haline getirecek kadar fazla. Kafasını kaldırıp baktığında, camdan duvarın üzerinde çok iyi bildiği yüzlerin silüeti karşısında. Onlar da öfkeyle bakıyorlar. Sanki onun öfkeli olmasına öfkeli gibiler. Onlar bu şekilde baktıkça küçülüyor küçülüyor küçülüyor.
O kadar küçülüyor ki, simsiyah minik bir kömür parçasına dönüşüyor. Elmas şeklinde bir kömür. Onu cam bir fanusa koyup kapağını da kapatıyorlar. “Burda dur. Dışarı çıkma. Burdan izle. Sakın bu camdan duvarı geçme.” Kavanozun içinde tepinip çırpınıyor ama kar etmiyor. Çıkamıyor.
Derken çocuklarıyla birlikte yetişkin hali, kömür benliğinin yanına geliyorlar. Üçü birlikte cam fanusu alıp, büyük hırsla yere atıp kırıyorlar. Aslında kapağı da var, kolayca açılabilir ama tepki göstermek istedikleri için kırıyorlar. Bütün bunları yaparken, camdan duvarda kazınmış silüetlere arkası dönük. Asla bakmak istemiyor.
Elmas haline binlerce cam batmış, her yerinden kanlar akıyor. Çocuklar camları çıkarmasına yardım ediyorlar. Yaralarını silip öpüyorlar. Sargı bezleriyle sarıp, üzerine komik resimler çiziyorlar.
Bir leğen dolusu su getiriyor. Çocuklar, kömürden elması suyun içine bırakıyorlar. Elmasın simsiyah rengi suya çıkmaya başlıyor. Suyu değiştiriyor. Rengi akmaya devam ediyor. Suyu defalarca, artık siyah renk akmayıncaya dek değiştiriyor. En sonunda artık su hiç bulanmıyor ve sargı bezleri de kendiliğinden çözülüyor.
Suyun içine parlak kusursuz bir elmas düşüyor. Çocuklar çok heyecanlanıyorlar ve onu ellerine almak istiyorlar. Karşı çıkmıyor. Epey inceliyorlar. Bir kutu getiriyor. İçi elmaslarla dolu. Bu elması da onun içine koyuyor. Kutuyu çocuklarına emanet ediyor.
Arkası hala o yüzlere dönük, sadece çocuklarına bakıyor ama gölgeleri düşüyor üzerlerine. O sanki siyah beyaz bir film karakteri ve onun dışındaki her şey çok renkli.
Yüzünü ısrarla dönmüyor. Gölgeden çıkmaya çalışıyor ama başaramıyor. Derken biri yardıma geliyor. Elinde bir şemsiye var. Şemsiyenin iç kısmından binlerce ampul sarkıyor. Çocukları o şemsiyenin içine almasını söylüyor, ampulleri yakıyor ve onları gölgenin dışına gönderiyor. Gölge biraz daha geri çekiliyor ama o hala gölgenin sınırları içinde ve maalesef hala renksiz.
Tüm cesaretini toplayıp arkasını dönüyor. O yüzlerin ifadeleri hiç değişmiyor. Hep öfkeli. Dev cam duvara işlenmiş devasa silüetler. Buradan bu gölgeden çıkmalı, renklerini bulmalı… Gölgenin dışından, yerden ona uzanan bir sürü beyaz ip farkediyor. Yüzü silüetlere dönük, kollarıyla arkadan o iplere tutunup, kendini var gücüyle çekiyor. Gücü yetmiyor ama çekmeye devam ediyor. Bir türlü olmuyor. Gölgeden çıkamıyor. Ayaklarına kıpkırmızı ipler dolanıyor ve o ipler de onu gölgeye doğru çekiyor. Gücü tükeniyor, gözlerini kapatıp hala kendini kurtarmaya çalışıyor derken, pat diye beyaz iplerin olduğu yere yani gölgeli alanın dışına düşüyor.
Gözlerini açtığında çok şaşırıyor. Çocuklar devasa makaslarla kırmızı ipleri kesip onu kurtarmışlar. Koşarak yanına geliyorlar, onu teselli ediyorlar. Onlara sahip olduğu için öyle mutlu öyle mutlu ki …
Artık gölge kalmıyor ama cam duvar ve silüetler hala orda. Yerden kocaman bir taş alıyor. Cam duvara atıyor. Çok büyük bir gürültüyle kırılıyor. Tuzla buz oluyor. Umursamıyor.
Cam kırıklarına basarak yürüyor. Ayakları kan içinde. Umursamıyor. Bastığı her yerde kanlı ayak izleri bırakıyor. Umursamıyor. Az önce siyahlığından utanıp yürümediği yollarda şimdi kıpkırmızı kanını akıtarak yürüyor. Hala umursamıyor.
Geri dönüp bakıyor ve kırmızı ayak izlerinin olduğu yerlerde kıpkırmızı çiçekler açtığını görüyor. Burası göründüğünden de büyük bir yer, ayak izleri nokta kadar bile değil. Dikkatle bakınca başka renklerde çiçeklerin açtığı başka ayak izleri de görüyor.
Burada bu duygularla yürüyen ne ilk ne de son kişi…
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.