Hatıra

Mektup

Saat 1:22. Evi toparlayıp yatmak niyetindeydim. Mutfağı toparlarken dinlediğim podcast, “Senin için gerçekten değerli olan 3 kişiye mektup yaz ve sana cevap yazmalarını iste.” diyordu. Gecenin bu saatinde ellerim bulaşık suyunun içinde ben kime mektup yazayım şimdi? Bir anda aklıma eskiden yazdığım ve bana gelen mektuplar geldi. Bulaşıkları köpükleriyle bırakıp eski mektupların olduğu hatıra çantama koştum. 

Mektuplar, andaç yazılarının orijinalleri, kardeşimin bana çizdiği resimler, şiir defterlerim, eski günlüklerim, arkadaşlarımın vesikalıkları, mezuniyet fotoğrafları, lisede panodan çaldığım şiirler…

 “…

Sen de yan benim gibi, sen de hisset ki bir an

Sular değil zamandır akan avuçlarından.

Denizde ne bir köpük, ne bir kırışıktan iz

Ve yüzün altındaki deniz gibi çizgisiz…

Bu gece hatıralar içimizde bir cihan,

Duyarsın söylenmemiş sözlerimi dinlesen.

….”

Çok mektup arkadaşım vardı ama ben bir kişinin mektuplarını seçip ayırdım. Ennnnn yakın arkadaşım. Çok güzel hayaller kurardı. Gerçekmiş gibi mutlu olurdu. Mektupları Ankara kokardı. Bir anda 12-13 yaşlarındaki Nukte oldum. Arkadaşlarımla okulu kırıp sinemaya gittim. Bukle’deki incik boncuklara baktım. Maltepe pazarı, korsan kasetler, CD ler, ikinci el kitaplar… Yüksel caddesi ve heykelleri… Dost kitabevi, YKM’ nin önü… Sakarya caddesindeki çiçekçinin çiçeklerine bakarak hayallere daldık. Papatya, şakayık, gül, karanfil, lilyum. Kucağıma sığmayacak kadar büyük bir buket çiçeğin hayali. “Öyle çok öyyyle çok sevileyim ki, başım dönsün.” Ulus hep kalabalık, Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’nin türbesi daima huzurlu, Bağlum her an feyzli bereketliydi.  Ankara hep yokuş, hep ciddi ve hep ayaz… Kuru, sert ve net bir ayaz. Ben bu sokaklarda çocuktum, büyüdüm. Ben de buradaydım. Karanfil sokakta dolaştık, bir çift küpe aldık bugünden hatıra. Sağ tek ona sol tek bana… Ölene kadar dostuz, kardeşiz ve hatta ikiziz. Öyle miyiz? Biz sadece boyundan büyük sözler veren iki küçük çocuğuz.

Düğümlerimi gördüm. O günlerden bugünlere taşınan düğümlerin nasıl da usulca atıldığını. Veya var olan düğümlerimin etrafında yeni düğümlerin nasıl da dolandığını. ‘Şimdiki aklım olsa, her şey daha farklı olabilirdi’ dedim. Olmazdı. Zaman hep ileri akıyor. Ben seçtim, ben tercih ettim ve ben izin verdim. Şimdiki aklım da bu sebeple şimdiki aklım oldu. Nukte, Nukte’yi artık rahat bırak.

Bana ve benim geçmişime dıştan bir bakış. Zamanla eğip büktüğüm, yıprattığım, yorduğum en sonunda benim bile bu haliyle ne yapacağımı bilemeyip öylece bırakıp kaçmak istediğim, zihnimdeki haliyle gerçek hali arasında dağlar kadar fark olan arkadaşlığımın en sade hali. Özgürce yazılabilen uçsuz bucaksız hayaller, hiç kirletilmemiş, hiç erişilmemiş neler yaşanacağından habersiz… Hep içimde saklı tuttuğum cesaretim, doğru yerde kullandığımdan asla emin olamayacağım. Cesaret? Biten bir arkadaşlığın güzel anılarını saklamak da cesurca değil mi? Nukte aferin kız sana.

İnsanları hayatımıza alırken neler yaşayacağımızı önden kestiremiyoruz. Keşke bilsek ama işte olmuyor. Yaşadığımız her şey acısıyla, tatlısıyla, hayalkırıklığıyla bizi biz yapıyor. Bir kalp ancak başka kalplerle birlikte büyüyebiliyor. Bazen parçalara ayrılıp, parçaları toparlarken araya bambaşka parçalar alarak; bazen balon gibi esneyerek, bazen eriyip farklı bir kalıpta yeniden donarak… Benim içinse birer parça Ankara’nın ayazı ve yokuşları… Hatıralarımız burada benimle. Açıp okuyup o günlere dönebiliyorum. Arkadaşım beni orda geçmiş zamanda o zamanki halimizle bekliyor. Daha ne isteyebilirim ki?

Yetişkin Nukte’yi Antalya’da, arkadaşımın tabaklarla süslediği duvarın önünde buldum. Sen bunu nasıl akıl ettin, nasıl yaptın? Bu nasıl bir vizyon, nasıl sanatçı bir ruh, nasıl bir estetik? Her birinde başka bir manzara veya desen olan tabakları duvara asmış. Tek başlarına da çok çok çok güzel olan bu tabaklar, bir aradayken çok ahenkliler. Birinin mavisi, ötekinin kırmızısına yakışıyor; birindeki minicik at, ötekindeki ormanı özlüyor. Birindeki solgun renkleri ötekindeki çiçekler gülümsetiyor. Birinde gökyüzü sonsuz, engin ve ürkütücü; birinde geometrik şekiller… Öyle ya geometri de lazım. Çizgiler ve sınırlar… Korkmamış. Bir araya getirmiş, asmış. Peki, ben buradaki bir tabak olup yere düşüp kırılsaydım kendime ne söylerdim? “Bilinmeyeyim. Silineyim. Unutulayım. İzim bile kalmasın. Yine de olayım. Bir eksiklik, ama ne? Kim? Bir boşluk. Rahatsız etmeyen bir boşluk. Ama boş işte. Neyle dolar? Öncesinde ne vardı? Ne koymalı oraya? Uymasın! Oraya ne konsa uymasın. Ama öncesinde ne vardı bilinmesin de. Aransın. Araştırılsın, soruşturulsun. Kimse bilmesin. Bilen bilmiş. Öncesi sonrası artık kime ne?” 

Neden burada bir tabak olduğunu düşündün ve neden yere düşüp kırıldın Nukte deli misin? Nukte biraz da böyle birisi, ne yapalım onu da böyle sevelim.

Bir şangırtı sesi geldi mutfaktan. Bulaşıkları köpükleriyle bırakıp, hatıralara koşmuştum. Tabaklar tezgâhtan kayıp düşmüş. Kimse kırmadı. Ben kırdım. Ben toparlar temizlerim. Teşekkürler teşekkürler teşekkürler.

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Nukte UYSAL

Diş Tabibi. Edebiyat Talebesi. Modern Nakış Sanatçısı. Okur. Anne.

4 Yorum

  1. “Biz sadece boyundan büyük sözler veren iki küçük çocuğuz.”

    Nukte hanım bir solukta okudum gerçekten bulaşıklar ve kırılan tabak gözümde canlandı ama bunlar sadece buzdağının ucu. Maşâallah Ankara tasviriniz gözümde canlandı oraları gezen bilen biri olarak🌹

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu