
4 abisi de tam sevilecek yaşlarda ölmüşlerdi. Su içmek için mahalle çeşmesine yaklaşır ve suyun başında duran at, arkasını dönüp bir çifte atar. Havada uçup yere küt diye düşer nefesi kesilir. Annesi evin penceresinden görüp koşar ve 4-5 yaşlarındaki oğlunu nefessiz görünce “Eyvah Bu da gitti” der ama gitmemiştir.
Daha çocuk yaşta, “eşek deme merkep de” diyerek kendisinden büyük arkadaşını uyarırdı, çok edepliydi.
6-7 yaşlarındayken, arkadaşlarıyla oyun esnasında ortadan kaybolduğunda, bilinirdi ki camiye giderdi. Babası “ezan okumak için minareye çıkmak çok sevaptır, minareye çıkarken insanın günahları affolur derecesi yüksek olur” dediği için her basamakta bir Fatiha okuyarak minareye çıkar ezanı okurdu, namazdan dönünce arkadaşları oyuna almaz, kenara çekilir kitap okumaya başlardı, sonra arkadaşları pişman olup tekrar oyuna alırlardı.
10-11 yaşlarındayken bahçe kenarında çimenler üstünde akşam namazını kılması, yanından geçen sarhoş adamın utancından tevbe etmesine sebep oldu.
Son sözleri “eğer namazını kazaya bırakırsan ahirette iki elim yakanda olsun seni affetmem söz ver” olan babasına verdiği bu sözü hiçbir zaman bozmadı.
14-15 yaşlarındayken babasının ölümüyle sarsılmıştı. Okumak istiyordu. Arkadaşının tavsiyesine uydu, imkansız görünen bir şekilde ara tatilde Kuleliye kabul edildi. Tek başına İstanbul’a gitti ve sırtında bavuluyla, Kuleli’nin buz tutmuş mermer merdivenlerinde kayıp düştü, kan içinde kalan elini kaydını yapmazlar korkusuyla saklayarak yürümeye devam etti. Nöbetçi yüzbaşı vaziyeti anlayınca acıyarak kaydını yaptı.
Para yok, pul yok… Gurbet var, ayrılık var, hicran var… Kitaplar değişik, insanlar değişik, iklim değişik…
Tığ gibi, adeta 18 yaşında delikanlı görünüşünde bir Yarbay, Kimya derslerine girdi. Hocasından ilk duyduğu sözler “şöyle arkanıza dayanın, eğri oturmayın. Eğer vücutlar rahat değilse kalpler rahat olamaz, istifade edemez” olmuştu. Hocasına söylediği ilk sözler ise ismi, numarası olan 1034 ve son kimya notu olan 9 olmuştu. Hocasının ilk derste söylediği “İşte müslümanlar da bir araya geldikleri zaman kalplerinden birbirine nur akar. Aynı bileşik kaplar gibi. Onun için kötü insanlarla bir araya gelmemelidir. Çünkü onlardan nur değil, zulmet gelir.” sözlerini kalbine nakşetti.
Her derste bir vesileyle dini mevzulardan bahseden Kimya hocası, kimseye namaz kılın, oruç tutun demez fakat İslam Alimlerinin yüksek ahlakından bahseder, bu büyüklerin sevgisini kalplere yerleştirirdi.
Davet üzerine kimya hocasının evine arkadaşlarıyla gitti. Kapıyı, Hocasının çocukları olduğunu anladığı bir oğlan çocuğu ile bir kız çocuğu açtı. Hocasının “1034, geçen gün mevlidde neden ağladınız?” sorusunu duyunca şaşırdı. Mevlid çıkışı durakta beklerken mantolu, başörtülü bir Osmanlı hanımefendisi önlerinden vakarla geçmişti. Hocasının hanımı olduğunu sonradan öğrendiği bu hanımefendi, mevlidde ağladığını görüp yaka numarasını almış ve kocasına söylemişti. Eve davetin sebebi bu idi. Hocasının evine götüren arkadaşı “evde gördüğün kız çocuğu ile evlenirsin” demesi üzerine gülüp geçmişti.
Hocasının sohbetinde dünyayı unutur, mektebe gittiğinde hüngür hüngür ağlardı. Arkadaşıyla birbirlerine “niye ağlıyorsun” diye sorarlardı. Herşeylerini borçlu oldukları hocalarına olan muhabbetin ateşi her taraflarını yakmıştı.
Askeri liselerden üniversiteye geçiş kaldırılmıştı. İstanbuldan ayrılmak, Harbiye’ye gitmek istemiyordu. Annesi, küpelerini, bileziklerini satıp oğlunun Askeri Lise tazminatını ödedi. Böylece İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji bölümüne kaydını yaptırabilmişti. Çileli, maceralı ve borçlu hayatı başlamıştı. Hayatı hep çalışarak geçecekti.
Aynı anda Et Balık Kurumunda mecburi hizmet, Eczanede nöbet, Üniversitede Laborantlık yapıyor olmasına rağmen üniversiteyi zamanında bitirdi. Hocasının, evvela askerliği halletmesi gerektiği tavsiyesi üzerine Yedek Subay olarak askere gitti. Terhis olunca fakültede asistan oldu. Doktora için NATO bursu kazanarak Napoli’ye gitti. Kendisini, Müslümanlığı ve İslam Ahlakını ilk defa yakinen görerek şaşıran, koyu Katolik olan Napoli’de bile çok sevdiler ve İslamiyeti anlatması için zorla konferans verdirdiler. Konferansı kısa keserek İslamiyetin özünü anlattı. Henk adında ateist bir Hollandalı’nın bu konferans neticesinde İslamiyete merakı artmıştı. Henk, sürekli sorular sorarak cevaplarını aldığı İslamiyet ile 3 ay gibi bir sürede şereflendi ve Ahmed ismini aldı. Hollandaya dönen Ahmed’in 2 ay sonra vefat ettiği haberi geldi.
Arkadaşının ”bu kızla evlenirsin” dediği, her şeyini borçlu olduğu hocasının kızı ile evlendi. Hocasının sözlerine hep “Peki” dedi ve hep kazandı. Doktorasının bitmesine birkaç ay kala, fakültedeki vazifesini mecburen bırakarak, yani doktorluğunu yakarak gazetesinin başına geçti. Gazete, Kitabevi, Vakıf, Radyo ve Televizyon kurarak hocasından ne öğrendiyse tüm dünyaya ulaştırmak için gayret etti. Neticede Holding Sahibi ve Medya Patronu olsa da, ömrü nerede namaz kılacağım diye aramakla geçti. Fakültede, yedek subaylıkta, kömürlüklerde, kalorifer dairelerinde, pislikler içerisinde, helalarda, banyolarda… İtalya’da doktora talebesi iken yanında birkaç tane naylon taşırdı. Onun için tüm kurduğu işyerlerine mescit yaptırdı.
Tam 12 yıl önce bugün, sevenleri ile hiç ayrılık olmayan yerde buluşmak üzere, aramızdan ayrılarak sevdiklerine inşallah kavuştu. Sevdiklerinden ve kitaplarını tüm dünyaya yaydığı, İmamı Rabbani Ahmed Faruki Serhendi “kuddise sirruh” 1034 tarihinde vefat etmişti.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Biz seçildik… Hamdolsun bizi böyle seçene, maşallah güzeli güzel yazmışsın…