
Duruşmaya hazırlanıyordu. Önünde bir gümrük kaçakçılığı dosyası vardı. Ama dosyada garip bir durum vardı. Sanık tutukluydu. Yıllardır Ağır Ceza Mahkemesinde gümrük kaçakçılığı davalarına bakıyordu. Hiçbir dosyada tutuklama verilmezdi. Sebebi de şuydu ki Kaçakçılık mücadele kanununda gümrük kaçakçılığının, ferdî veya ikiden fazla kişi veya bir örgüt tarafından işlenmesi, kaçakçılığa konu malın devlet güvenliğini tehdit edici olması veya içki veya akaryakıt olması, gümrük kapılarından başka yerlerden sokulması durumlarında cezalar altı aydan yirmi yıla kadar değişmekteydi. Bazen mütalaaya göre yirmi yıl talep edilen ceza, muhakeme sonunda ortaya çıkan duruma göre altı ay olabiliyordu. Bu nedenle herhangi bir mağduriyet yaşanmasın diye muhakemeler tutuksuz yapılmaktaydı. Hâkim bey bu tutuklamaya şaşırdı. İncelendiğinde tutuklamanın genel mahkemelere bakan bir nöbetçi Hâkim tarafından verildiğini gördü. Bu sanık tecrübesizliğe kurban gitmişti.
Duruşmaya getirilen tutuklu sanık bağsız olarak yerine alındı. Mahkeme reisi, kimliğinin tespitinden sonra savunmasına geçti. Kırk beş yaşlarında bir öğretmen emeklisiymiş. Emekli olduktan sonra öğretmen emeklisi olan karısı ve Amerika’da okulunu bitiren kızıyla birlikte ihracat teşvik kanunundan faydalanarak bir seramik fabrikası kurmuşlar. Dışarıdan işlenmemiş seramik tabakları ihraç şartıyla ithal ederek çeşitli desenler ile süsleyerek yurt dışına ihraç ediyorlarmış. Teşvike göre bu durumda gümrük vergisinden muaf oluyorlarmış. İşlerini bu minval üzere düzene sokup para da kazanmaya başlamışlarken birileri kendilerini savcılığa ihbar ediyor. İhbarda; bu kişinin teşvikten faydalanıyor gibi görünüyorsa da aslında teşvik şartına uymadığını ve imal seramik tabakları yurt içine sattıklarını, ihraç etmediklerini, gümrük vergisi vermeyerek hem devleti zarara soktuklarını ve hem de piyasada haksız rekabete sebebiyet verdiklerini anlatıyordu.
Sanık savunmasında; bu ihbarın asılsız olduğunu, dışarıdan ithal ettikleri tabakların imal edildikten sonra yurt dışına ihraç edildiğini, ancak ithal ve ihraç arasındaki farkın imalat sırasındaki fireden meydana geldiğini söyledi.
Duruşma sonunda sanığın tutukluluk halinin kaldırılmasına, salıverilmesine, muhakemenin tutuksuz devamına, Mahallinde keşif yapılmasına, refakate bu işlerden anlayan bir bilirkişinin alınmasına, ihraç ve ithal arasındaki farkın ve bu farkın üretim firesi nedeniyle oluşup oluşmadığının tespitine, keşfin icrasının Hâkim bey tarafından icrasına, kendisine bu konuda tam yetki verilmesine karar verildi.
******
Keşif günü seramik üretim işinden anlayan bir endüstri mühendisi ile birlikte fabrikaya gidildi. Yapılan tespitlerde, işlenmemiş seramiklerin bir atölyede el emeğiyle tek tek sanığın karısı ve kızı tarafından işlendiği, işlendikten sonra raylar üzerinde yürüyen üç bin dereceye kadar ısınabilen yetmiş metrelik fırına verildiği, diğer taraftan çıkan sağlam tabakların temizlenerek paketlendiği, fırında bu sıcaklığa dayanamayarak patlayan, çatlayan tabakların da hemen fırının yanındaki depoda fire olarak tutulduğu görüldü. Bilirkişi bu fireleri de inceleyerek ithal ihraç arasındaki farkın normal olup olmadığına dair raporunu vermek üzere süre istedi.
Hâkim bey gördüklerinden ve sanığın, karısının ve kızının, samimi ve masumane davranışlarından suçlu olmadıklarına ve iç piyasaya satış yapmadıklarına, başlarına bir oyun getirilmekte olduğuna kanaat getirdi. Bu kanaatini içinde sakladı. Muhakemenin en önemli evrensel kaidelerinden birinin dava sırasında hâkimin kanaatini değil bildirmesinin, îmâ etmesinin dahi yasak olduğunu çok iyi biliyordu. Ama kanaat yetmiyordu beraat için. Raporun da bu minvalde bilirkişiden gelmesi gerekiyordu.
Heyet işini bitirdikten sonra sanık çay teklifinde bulundu. Hâkim bey bir tarafı devlet olan bu çay tekliflerini hiç reddetmezdi. Ona göre bu tür teklifleri kabul etmek sanığın kendisini daha rahat hissetmesini sağlıyordu. Heyetçe çalışma ofisine geçildi. Aralarında kısa bir sohbet oldu. Sanık kendisinin haksız yere tutuklandığını, devletine sadık, vergilerini zamanında ödeyen bir kimse olarak şevkinin kırıldığını, itibarının zedelendiğini, tutuklu kaldığı üç ay içerisinde işlerinin aksadığını, müessese olarak zora düştüklerini, araştırdığı kadarıyla Bulgaristan’da yatırımcılara çok iyi imkanlar sağlandığını, bedava fabrika arazisi verildiğini, kâra geçinceye kadarki merhalede vergi de alınmadığını, buradaki fabrikasını Bulgaristan’a taşıyacağını söyledi. Bu son cümlesi Hâkim beye çok dokundu. Yüreği acıdı.
Bir şeyler söylemek ihtiyacı hisseti:
– Muhterem hocam bu önümüze koyduğun lâle desenli seramik tabak neden kıymetli? Çünkü bu tabak çekilmesi zor bir çileye sabretti, dayandı. Önce kildi. Bu kili getirip öğüttüler, toz haline getirdiler. Sonra yoğurdular, kalıplara döküp şekil verdiler. Sonra sana geldi. Sen kaynar sularla iyice yıkadın, kuruladın. Yüzüne çıkmaz boyalar sürdün. Sonra yetmiş metre uzunluğundaki karanlık bir dehlize saldın. Dehlizin kapağını sımsıkı kilitledin. Yürüyen raylar üzerinde kör bir yolculuğa başladı. Sonra ısınmaya başladı. Isı üç bin derece yükseldi. Dayanılası gibi değildi. Arkasında ve önündeki arkadaşları dayanamadı, çatlayıp patladılar. Ama o ne zaman biteceği belli olmayan bu çileye, cefaya, eziyete sabretti. Nihayetinde sabreden zafere ulaşır kavli mucibince kör dehlizin diğer kapağı açıldı. Serinletildi. İhtimamla kıymetliler makamına yerleştirildi. Sabredemeyen, dayanamayan, patlayıp çatlayan arkadaşları ise dehlizin sonundaki fire çöplüğüne atıldı. Artık bu tabak bakanların, valilerin önüne çıkacak kadar kıymetliydi. Sen de bu tabağın macerasına benzer bir macera yaşadın. Zindana, Yusuf (Aleyhisselam) misali kör kuyulara atıldın, O sabredip mısıra Sultan oldu, sen ise sabredip sapasağlam bu çileli, cefalı durumdan pişerek, kıymet kazanarak çıkmak yerine kırılmayı, parçalanmayı, fire çöplüğüne atılmayı seçiyorsun öyle mi?
Sanık bir müddet düşündü; dile geldi:
– Öyle bir misal verdiniz ki bana burada inatla, sabırla çalışmaktan başka yol bırakmadınız.
******
Duruşma günü bilirkişi raporu Hâkim beyin düşündüğü gibi geldi. İç piyasaya satış yapıldığına dair delil elde edilemedi. İthal ile ihraç arasındaki farkın fireden kaynaklandığı anlaşıldı. Sanık beraat etti.
İhbarı yapan kişinin kendi muhasebecisi olduğu anlaşıldı. Fabrika sahibi sanık hapse girdikten sonra fabrikanın kasasını boşalttığı, kendisini alacaklı gösteren ileri tarihli birçok çek, senet düzenlediği anlaşıldı. Fabrika sahibinin şikâyeti üzerine tutuklandı. Hakkında emniyeti su-i istimal, evrakta sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık suçlarından dava açıldı. Böylece hak yerini buldu.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Çok dokunaklı bir hadise. Adaletin gerçekten tecellisi her zaman gönüllere ferahlık veriyor. Adaletin gerçekten tecellisi için emek veren herkesten Allah razı olsun.
Teşekkür ederim Sayın Avukatım. Adalet her zaman tecelli etsin ve gönüllere ferahlık versin . Bunun çalışanlara Allah kolaylık versin, yardımcı olsun inşallah.
Çok akıcı bir üslubunuz var yazılarınızı ilgiyle takip ediyoruz efendim. Hakim beyin sözleri gerçekten çok etkileyiciydi. Çocuklarıma da mutlaka okuyacağım.