Hayat

Çiçekçi

İstanbul, ikinci vatanım. İlk olarak 1965’de, sonra 1966’da gelip, Selimiye’de teyzemlerde kaldığım yaz tatillerini unutmam ne mümkün. Sokakta oynadığımız arkadaşlar, 80 kuruşa satılan beyaz fırancala ekmek, bir de mutfaktaki havagazı ocağını hatırlarım o yıllardan. 1972’de liseyi bitirince, bu sefer üniversite için gelip, İstanbul’da kalıcı olarak ikâmet etmeye başladığım ilk semtin ismiydi, Çiçekçi.

Evden çıkıp, yokuş aşağı inince Harem otogarını geçip, arabalı vapurla Sirkeci’ye geçilirdi. İlk gördüğümde yeni doldurulmuş boş sahada yürürken, “Neredeyse Eminönü’ne geldik” dedikleri Harem, şimdi hareketli bir otogar olmuştu. Evden çıkıp yukarı yürüyünce de Karacaahmet Mezarlığı karşınıza çıkar. İsmini II. Abdülhamid Han’ın Haydarpaşa’da kurduğu mektebden alan Tıbbiye Caddesi üzerinden geçen otobüs veya dolmuş taksiler sizi, ister III.Selim Han tarafından yaptırılan Çiçekçi (veya Küçük Selimiye) Camii karşısındaki duraktan Üsküdar’a, ister yanındaki duraktan Kadıköy’e götürürdü. İsterseniz, Paşakapısı yoluyla doğrudan Üsküdar’a yürüme mesâfesindeydi, gençler için.

Bahar ayları bir başka olurdu Çiçekçi. Hangi yoldan gitseniz, bahçeli evlerin yanından geçtiğiniz, incir ağaçlarının kokusundan belli olurdu. Her sene baharın geldiğini ilk bu kokudan anlardım.

Seneler geçtikçe, semtler arası yer değiştirmeler sebebiyle ayrılıklarım oldu bu şirin semtten. Her geri gelişimde, kaybolan bir şeyler vardı. Sonunda fark ettim ki, gittikçe azalan, baharlardaki incir kokusu idi. Bahçeli evler hızla azalıyor, yerlerine 10-20 daireli apartmanlar dikiliyordu. Bahçeli evlerin sahipleri, ellerine geçen para ile avunurken, kaybettikleri bahçelerini acaba hatırlıyorlar mı idi bilmiyorum ama, ben kaybolan incir kokusunun yokluğunu derinden hissediyordum.

Sonunda bir aşağı sokakta, bir de yukarıda iki ev kaldı, koca mahallede, bahçeli. Epeyce dayandılar ama, sonunda onlar da pes ettiler, çaresiz.

Bu apartmanlarda doğup büyüyen çocuklara gelince, baharlarda incir kokusunu duymayan talihsizlerdi onlar. Gün geldi bu çocukların içinde birer villa sahibi olmak arzusu doğdu. Hani şöyle bahçe içinde, müstakil. Hele bir de Boğaziçi manzaralı olsa, ne hoş olurdu. İncir kokusunu öğrenip, onu da arzulayan var mıydı acaba aralarında, kim bilir?

Sonra, bu kadar nüfusu taşımayan dar sokaklar, arabalarla doldu. Annemi ziyarete gittiğimizde, arabayı park edecek bir yer bulabilmek için, tur atar dururdum, mahalle içinde. Acırdım orada oturanlara.

Sonra uzakta yeni semtler kuruldu. Üsküdar’da oturanlardan hâli vakti yerinde olanlar, bu yeni semtlere taşındılar. Babalarının dedelerinin yerine yabancılar yerleşti. Şehir kültürü alt üst oldu.

Bu büyük değişim olmasaydı, şehir bir beton yığınına dönmeseydi diye hayâl ediyor bazan insan. Merkez, olduğu gibi korunsaydı, bu trafiği, bu kültür yozlaşmasını görür müydük?

Bu aslında, insanoğlunun içindeki dünya hırsının bir hikâyesiydi. Binlerce hikâyeden birisi. Belki de ceremesinin yedi sülâlesinden çıkması, böyle bir şeydi.

——

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

5 Yorum

  1. Çiçekçi, Salacak, Üsküdar’ın en güzel, parlak tüylü, semiz, gözleri parlayan kargaları, ve çatıların bacalarında yavru çıkaran asil martılar, karşıda Topkapı sarayı, aşağıda haliç ve kız kulesi, Selimiye camii ve kütüphanesi, yukarı sokakta fırın ve çıtır simitleri. Bir nostalji yaşattınız bu yazınızla. İstanbul semtlerinin ruhu vardır. Bu ruhu ve ölümünü güzel izah etmişsiniz. Tebrik ederim.

  2. Mehmet Kenan Dokumacı Osmanlı türkçesine ehemmiyet vererek çok nefis tasvirlerle dolu (şimdi betimleme diyorlar) bir deneme yazı hazırlamış. Akıcı bir üslub kullandığı için hiç yorulmadan okunabilen, dinlendirici ama aynı zamanda şehirleşmedeki menfaat aceleciliğini ima etmesiyle önemli dersler vermiş. Tebrik eder, yazılarına devam etmesini dileriz.

  3. Kültür mirasımızı hatırlatması bakımından güzel bir yazıydı. Ellerinizle sağlık, teşekkür ederiz. Kültürümüze sahip çıkmamız lazım. Fakat sadece bizim gayretimiz yetmiyor. 1984’de Kahire’ye bir arkadaşla beraber gitmiştik. Bir pazar günü İskenderiye’ye gittik. Tarihi ve dini yerleri ziyaret ettik. Ziyaret ettiğimiz İskenderiye’ye Eski İskenderiye diyorlar. Çünkü şehrin tamamı sit alanı tek çivi çakılmamış. Bu şehrin yanına yeni bir şehir yapılmış. Ona da Yeni İskenderiye diyorlar. Tamamen modern.

  4. Okurken kendimi sanki o yıllarda, İstanbul sokaklarındaymışım gibi hissettim. Tebrik ediyorum efendim.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu