
Bir zamanlar bir dağ aslanı varmış. Sapsarı tüyleri, güçlü kasları ve güzel gözleriyle klanının gözbebeğiymiş. Bir zıpladımı bir tepeden diğerine atlar, sınır tanımazmış. Söylenenlere göre hayvanlar alemindeki en yükseğe zıplayan tek aslanmış. Etrafında bir sürü arkadaşı onun marifetlerini seyretmeye gelir, övgüler yağdırırlarmış. Gel zaman git zaman kibirlenmeye başlamış. Azametli dağlara bakıp “Var mı ben gibisi?” diyormuş.
Dağ Aslanı, sıcak bir yaz günü diğer aslanlardan ayrı avlanmaya çıkar. Gene sarp kayalıkları zıplayarak bir bir geçerken, bir an ayağındaki kaslar tutmaz olur ve derin ve karanlık bir kuyuya düşer. Önce başına ne geldiğini anlayamayan Aslan bir süre sonra kuru bir su kuyusuna düştüğünü anlar. Hemen yerinde dört ayağı üzerine doğrulup güneşin ufacık geldiği yana hamle yapmış. Lâkin biçarenin dışarı zıplayamayacağı kadar derinmiş bu lanetli kuyu. Karanlık canını sıkmaya başlamışken yukarıdan bir ses işitmiş. Bir dağ keçisinin sesiymiş bu. Bütün gücüyle kükremiş. Dağ keçisi kuyudan aşağıya baktığında Aslanı görmüş.
“Meh-meh sen ki dağları bir atlayışta aşarsın Aslan, neden çıkmıyorsun o delikten?”
Aslan “Ey dağ keçisi beni burdan çıkar.”
Dağ keçisi melemiş melemiş bir kahkaha koparmış. “Ben aklımı kaybetmedim, çıkarayım da beni ye öyle mi? Yok Aslan, böyle iyi.”
Aslan söz vermiş, diller dökmüş ama inandıramamış. Keçi: “Haydi selametle! He gitmeden bir tavsiyem olacak gece olmadan çıksan iyi olur. Yoksa karanlıkta kalırsın. Bu kuyuda bir dev yaşar derler.”
Aslan çok sinirlenmiş. Bir yandan keçiye sövüyor bir yandan da ufacık kuyunun içinde dönüp duruyormuş. Yukarıdan bir ses daha duymuş. Bu tilkinin sesine benziyormuş.
Aslan tekrar kükremiş. Tilkiden yardım istemiş. Önceden onun marifetlerini hayranlıkla izleyen bu hayvanların hiçbiri ona yardım etmek istemiyormuş. Tilki de şöyle demiş:
“Dağların efendisiysen, elbette ordan çıkmayı başarırsın. Seni ordan ben çıkarıp bu akşamki avımı kaçırmak istemem. Heh bir de unutmadan gece bastırınca orası çok soğuk olur. Kuyunun devi geldiğinde de seni yemesin!”
Aslan tilki ve keçinin cevabındaki benzerlik karşısında durmuş düşünmüş. Ne yaptım ben bu hayvanlara ki benim sözüme güvenmiyorlar. Onlara zarar vermeyeceğim dediysem zarar vermem. Tam bu sırada kalın mı kalın bir halat beliriverir gözünün önünde. Yukarıda ufacık iki ayaklı bir gölge. Bu dağda yaşayan yalnız dervişin ta kendisidir. Aslan heyecanlanır. Önceden hiç bir insanla konuşmamıştır. İpe pençelerini geçirir tırmanır.
Derviş kuyunun başında elinde testisiyle beklemektedir.
Dağ Aslanı dayanamaz sorar:
“Ey insanoğlu, neden beni bu delikten çıkardın? Benden korkmaz mısın?”
Derviş manalı gözlerle bakar. “Ben keçi değilim ki senden korkayım.”
Aslan:
“Peki ya malına zarar vermemden çekinmez misin?”
Derviş:
“Ben tilki değilim ki Allahın verdiği rızıktan fazlasını isteyeyim.”
Aslan: “Peki ya bu kuyunun bir devi varmış ondan da korkmaz mısın?”
Derviş tebessümle bakınca Aslan iyice meraklanır.
Aslanın gözü dervişin elindeki testiye takılır. “Peki ya bu boş kuyunun başında elinde testiyle ne yaparsın?”
Derviş tebessümle kuyuya Aslanı çektiği iple bir kova sallandırır. Testisini suyla doldurur. Aslan gözlerine inanamaz.
“Daha demin kupkuruydu ihtiyar nasıl olur?”
Derviş:
“Sen sen ol Aslan sadece seni Yaratana güven, kendini güçlü sanma, arkadaşını ise zor gününde gör ki akıl çok verir, yardım vermez imiş; Allah dostunu ise hor görme” diyip oradan uzaklaşır. Dağ Aslanı ise bu dervişin arkasından yola koyulur. O gün bugündür Aslanlı Derviş diye anılır bu veli. Namı taa buralara kadar gelmiş, nice köyler, bayırlar geçmiş, masalların içinde bulmuştur yerini. Kuyunun Devine gelince, bildiniz değil mi o da Derviş’in ta kendisiymiş. Kuru kuyudan dost çıkaran.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.