Bataklık üzerinde dimdik duran bir nilüfer. Tehlikeli bir yerde mi yoksa güvende mi? Kim bilebilir? Ben bilmiyorum.
Ama bunun çok güçlü bir meydan okuma olduğunu anlayabiliyorum. Ve ben de meydan okuyorum: batmayacağım.
Önümde sonsuz basamaklı bir merdiven var. Tırmanayım belki kurtulurum bataklıktan. 1.basamak 2.basamak 3. basamak… Adım atmak her basamakta daha da zor. Bataklık beni bırakmıyor. Adımlarıma yapışmış, benimle birlikte geliyor.
‘Hata’ olan kısım neresiydi? Hikâyenin tamamı mı, ana karakter yani ben mi? Zaman mı yanlıştı? Gerçekten ne kadarına gerek vardı? Tüm hikâyeyi çöpe atmak, bataklığı terk etmek bana ne kazandırır? Veyahut bambaşka bir soru ne kaybettirir? Hepsinin bir mânâsı vardı elbette hepsi yaşanmalıydı ama nereye kadar, ne büyüklükte bir mânâ? Hırs değil öfke değil pişmanlık değil… Ama olumlu hiçbir şey de değil. Peki neden hâlâ orda? Neden dimdik ayakta? En önemlisi neden hâlâ var?
Merdivenleri tırmanmaktan vazgeçiyorum. Bu bataklıktan kaçarak kurtulamayacağım. Bataklığa dimdik bakıyorum. Simsiyah parlak ve pürüzsüz. Beni izleyen kocaman bir göz var. Sadece bana bakıyor benden hiç ayrılmıyor. Tüm cesaretimi toparlayıp bataklığa girmeye karar veriyorum.
Bataklık beni içine çekiyor. Batıyor… Batıyor… Battıkça daha da çok batıyorum. Hani batmayacaktım? İnsan kendini didiklemeye başladı mı en dibe varana kadar durmuyor. İşte bataklık. Hadi dur bakalım üzerinde durabilecek misin? Öyle bir duracağım ki!
Önce kollarımı hareket ettirmeye çalışıyorum sonra bacaklarımı. Var gücümle çırpınmaya başlıyorum. İleri hep ileri. Hiç durma. Uzaklaş. Ben ilerledikçe bataklığın yoğunluğu azalıyor. Daha kolay hareket etmeye başlıyorum. İleri daha da ileri. Ve mutlu son. Artık bataklıkta değilim. Bu su tertemiz…
Kendimi yukarı çekiyorum. Burada devasa bir yaprak var. Üzerinde de bembeyaz bir nilüfer. Benim elbisemse simsiyah çamurlu. Ayaklarımı bir şeyler gıdıklıyor. Bir bakıyorum beyaz balıklar sarmış nilüferin etrafını. Elbisemi temizliyorlar. Elbisem aslında beyazmış, ben de yeni öğreniyorum.
Suyun üzerinde dimdik duran bir nilüfer. Tehlikede mi yoksa güvenli bir yerde mi? Alışkın değilim akıntıya, akmaya. İnsan, güven deyince sırtını dayayabileceği sert, sarsılmaz ve sabit bir şey hayal ediyor. Kendimi akışa bırakmak fikri hâlâ bana çok yabancı. Ama işte nilüfer de burada büyüyor, yaşıyor ve çiçek açıyor. Nilüferin yaprağı aralanıyor. İçeri giriyorum. Bembeyaz çok aydınlık ve çok temiz. İçerde sarı sarı polenler var. Kendimi bırakıyorum polenlerin üzerine. Yumuşacık. Beni de kabul ediyor. Sakince ve şefkatle… Belki de böyle duruyor suyun üzerinde kim bilebilir? Ben bilmiyorum. Ama öğreneceğime eminim. Kesinlikle öğreneceğim.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.