En genel izahı ile mitoloji, bir toplumun veya kültürün inanç sistemine ve geleneklerine dayanan efsaneler, tanrılar, kahramanlar, doğaüstü varlıklar ve olaylarla ilgili hikayelerin bütünüdür. Mitolojik hikayeler genellikle sembolik veya alegorik anlamlar taşır ve insanların düşüncelerini, ahlaki değerlerini, kültürel kimliklerini şekillendirmek maksadıyla ortaya çıkarılmıştır. Mitolojileri sadece eski ve sıradan halk hikayeleri olarak değerlendirmek
doğru olmaz, mitolojik anlatılar topluma ve fertlere maddi ve manevi olarak yön veren ilkelerle doludur.
Mitolojilerde Ahlak ve Öğreti: Toplumlara Yön Veren Hikayeler
Yunan mitolojisinde Titan ırkından ateş tanrısı Prometheus’un bilgi ve aydınlanma uğruna Olimpos’un zirvesinden Zeus’un insanlara yasak kıldığı ateşi çalarak insanlara bilgi ve medeniyet olarak vermesi ve bununla beraber insanlık uğruna çektiği sonsuz işkence, müthiş bir fedakârlık örneği ve cahilliğe karşı mücadelede örnek bir hikâye olarak hatırlatılır.
Pers mitolojisi, geneli itibariyle düalist bir yapıya sahiptir. Siyah-beyaz, doğru-yalan, dünya-ahiret, iyilik-kötülük… Zerdüştlüğün, Mecusiliğin tanrısı Ahura Mazda, emrindeki 7 meleği Amesha Spenta’lar ile insanların, hayvanların, ateşin, madenlerin, dünyanın, suların ve bitkilerin korunmasını sağlar ve bu melekleriyle insanlara kutsallık bahşeder. Bütün iyiliklerin ve kutsallığın sembolü tanrı Ahura Mazda ve Amesha Spenta’lar ile düşman ve sürekli savaş halindeki, isminin anlamı “Kötü ruh” olan Angra Mainyu (Ehrimen), her türlü günahın, kötülüğün, acı, sıkıntı ve ızdırabın müsebbibidir. Ehrimen’in komutasında Daeva’lar yani ifritler vardır. Bu ifritlerin yedi ilahi meleğe tezat olarak öfke, kötü düşünce, miskinlik, kuraklık, ceset, büyü ve peri anlamına gelen isimleri ve vazifeleri vardır.
Zerdüştlük inancında ölümden sonraki hayat ve cennet-cehennem kavramları da mevcuttur. Bir insan öldüğünde onu yaşayanların ve ölülerin dünyası arasındaki Chinvat Köprüsü karşılar. Hayatı iyiliklerle geçmiş bir kimseyi köprünün diğer ucunda güzeller güzeli bir kız karşılar ve iyi düşünce, iyi söz ve iyi ameli yansıtan 3 basamaktan çıkıp ve cennete kavuşur. Tahmin edilebilir bir şekilde, bunun tam tersi olarak, hayatı kötülüklerle geçmiş bir insanı Chinvat Köprüsünün diğer ucunda çirkin ve çarpık bacaklı bir kız karşılar ve onu kötü düşünce, kötü söz ve kötü ameli yansıtan üç basamaktan indirir ve korkunç, iğrenç kokan ve her işlenen suça değişik cezalar ve işkenceler yapılan bir çukura atılır.
Orta çağ mitolojisinde yer alan efsanevi kuş Caladrius’un beyaz tüylere sahip olduğu ve hastalıkları iyileştirebileceğine inanılır. Caladrius’un özelliği, hasta bir kişinin gözlerinin içine bakması durumunda hastalığı alabiliyor olmasıdır. Caladrius hastalıkları tüylerine biriktirir ve güneşe doğru uçarak tüylerini temizler ve hastalığı orada bırakır. İnsanlar hasta olduklarında moral bulmaları için Caladrius’un tasvirlerini evlerinde bulundururlar ve böylece onun gelip hastalığı alacağını ümit ederlerdi.
İskandinav mitolojisinde, ölümden sonraki hayat anlatılırken, savaş sırasında ölen cesur savaşçıların Valhalla’ya; yemini bozmak, kadın kaçırmak gibi yüz kızartıcı suçları işleyenlerin karanlık, ölü ruhların hapsedildiği, kasvetli bir ölüler diyarı olan Niflheim’e, hayatı boyunca iyi veya kötü hiçbir şey yapmayanların ise Hel diyarına gönderileceği anlatılır.
Sfenksler insan başlı, aslan gövdeli ve kartal kanatlı efsanevi yaratıklardır. Antik Mısır ve Yunan mitlerinde ortak olarak görülür. Yunan geleneğinde sfenks kadın başlı aslan gövdeli ve kuş kanatlı, hain ve acımasız bir varlıktır. Yunan efsanelerine göre kendisiyle karşılaşanlara bir bilmeceyi cevaplamaları için meydan okur ve bunu yapamadıklarında onları öldürüp yer. Mısır mitolojisinde ise Sfenks erkek olarak tasvir edilir ve Yunan versiyonuna göre tamamen zıt bir şekilde yardımsever ve koruyucu olarak kabul edilir. Sfenks’in sembolik anlamları arasında bilgelik, gizem, zekâ ve güç yer alır.
Antik Mısır mitolojisinde çakal başlı ve insan gövdeli olarak tasvir edilen, ölüm ve cenaze (mumyalama) tanrısı olan Anubis, aynı zamanda ölüler diyarının bekçisi ve ölülerin rehberi kabul edilirdi. Ölen mısırlıların kalplerini söker, adalet ve dürüstlük tanrıçası Ma’at’ın tüyü ile özel bir terazide tartardı. Ölünün ruhunu temsil eden kalp eğer tüyden hafif gelirse kişi iyi niyetli ve günahsız kabul edilir ve cennet bahçelerine kabul edilirdi. Kalbin tüyden ağır gelmesi halinde ise kişinin ruhu ebedi karanlığa mahkûm edilirdi.
Türk mitolojisinde ise, Tanrı’nın yardımı ile zafere ulaşma temalı destanlar dikkat çeker. Örneğin, Ergenekon Destanında milletin esaretten kurtulup yeniden doğuşuna tanıklık edilir ve toplum, umut, azim ve inançla yeniden ayağa kalkar. Bunun yanında ırkın kökenini kutsal veya sıra dışı bir kaynağa ve hadiseye bağlama ilgisi Türklerde hakimdir. Farklı Türk boylarının bu minvalde sözlü gelenekle nesillere aktarılmış birden fazla destanı bulunmaktadır. Bu da Türklerin millet ve vatan algılarını ve yargılarını diri tutmuş en büyük etkenlerdendir.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde, birbirinden farklı zamanlarda anlatılan tüm bu mitler ve anlatıların amacı insan ruhuna kılavuzluk edebilmek ve ideal cemiyetin oluşması için fertlerin kulağına temel değerleri ve kuralları fısıldamaktır. Her biri bir konu ve norm ile ilişkili olan bu hikayeler toplumu kötü alışkanlıklardan ve davranışlardan uzak tutarak fertlerin daha olumlu değerler geliştirmesine yardımcı olur. İnsanları bir arada tutan, onları birbiri ile aynı paydalarda buluşturan, sahip oldukları ortak değerlerdir. Aynı bölgede yaşayan, aynı düşmana karşı savaşan, aynı dili konuşan ve en önemlisi de aynı ilaha ibadet eden, aynı yaratıcının gazabından çekinen, çocuklarını da o ilahın öğretilerine göre yetiştiren insanlar aynı hücrelerden meydana gelişmiş bir organizmaya benzer.
Tarih boyunca dünya üzerinde yaşamış olan tüm insanlar bir şekilde irili ufaklı aileler, kabileler, gruplar, koloniler, halklar halinde “toplu” yaşamıştır. İnsanoğlu bir arada yaşayarak hayatta kalmış, karnını doyurmuş, güvenliğini sağlamış, çoğalmış ve atalarından kendisine geçen öğretileri ve kendi tecrübelerini genç nesillerine aktarmıştır.
İnsanın toplumsal bir varlık olarak sahip olduğu bu kolektif yaşam ve anlam sistemlerinin nesiller boyu aktarılması, sadece biyolojik bir mirasın devamı değil, kültürel bir zincirin sürekliliği anlamına da gelir. Tarih boyunca, insanlar geçmişin öğretilerini ve deneyimlerini aktararak bir “biz” bilinci oluşturmuş ve bu bilinç sayesinde güçlü ve köklü topluluklar kurmuştur. Bu sayede, topyekûn olarak insanoğlu ve insanlık tarihi gibi mefhumlardan bahsedebilmekteyiz.
Ortak yaşam, insanların maddi ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde, onları bir arada tutan manevi bir yapı da oluşturmuştur. İnsanlar, anlam arayışlarını karşılayan inanç sistemleri, mitolojiler, ritüeller ve normlarla kendilerine bir kimlik ve yön tayin etmişlerdir. Ortak hikayeler, fertlerin yalnızca kendilerini değil, aynı zamanda toplumsal rollerini ve dünyadaki yerlerini anlamalarına yardımcı olmuştur.
Günümüzdeki Tablo Ne Gösteriyor?
Modern dünyada bu “biz” bilincinin yerini giderek “ben” bilinci almış, bu da ferdî tercih ve düşünce özgürlüğü düşüncesinin yanlış yorumlandığı ve olumsuz neticeler doğurduğunu gözler önüne sermiştir. Depresyon, stres, mutsuzluk, güvensizlik, endişe, yalnızlık ve anlamsızlık gibi olgular, hızla büyüyen toplumsal sıkıntılar arasında yer almaktadır.
Mitolojiler, eski dönemlerdeki insanların düşünce yapısını ve zihin kodlarını anlayabilmek için önemlidirler. Lakin, karmakarışık yapısı ve insan aklının mahsulü olan tarafları sebebiyle günümüze gelene kadar popülaritesini ve itibarını kaybetmiş durumdalardır. Sayısız tanrının olduğu, yasak ve hatta ensest ilişkilerin döndüğü, ölümlülerin bile işlemeyeceği günahların işlendiği, birinin diğerini yendiği, bolca entrikanın yapıldığı, kibirin, hırsın, itaatsizliğin, yalanın, öfkenin, iftiranın, aldatmanın, zalimliğin dolup taştığı bu mitolojik tanrılar dünyası, elbette hak ve hakikatten çok uzaktadır.
Tarihten bu yana, bilgiye ulaşmanın hiç bu kadar kolay olmadığı şu günümüz dünyasında yaşamakta olan milyarlarca insan var. Kimisi içerisindeki acı ve ızdırabın kaynağına yöneliyor, doğru kaynaklardan olması gerektiği gibi araştırma yaparak gönderilen son dini tanıyor ve öğretilerinden haberdar oluyor. Şemsiyenin altında yağmurdan, ağacın altında güneşten emin olunduğu gibi, kendi hayatından, ruh ve beden sağlığından, kaygı ve kuşkularından, akıbetinden emin oluyor.
Kimisi de aynı acı ve ızdıraptan kurtulmak adına, o kadar da cesur olamadığı için kolay yolu, yani inkârı seçiyor. Her şeyi, her şeyin kaynağını ve sebebini inkâr ettiğinde de bu koca dünyada adeta bir başına kalıyor.
Toplumsal Sorunların Kaynağında İnanç Eksikliği mi Var?
Yapılan araştırmalar, inanç sistemlerine bağlı kişilerin daha mutlu, tatmin dolu bir yaşam sürdüğünü ispatlar nitelikte. Pew Araştırma Merkezi’nin 2019’da yayımladığı bir çalışmada, bir inanca sahip olan kişilerin, olmayanlara kıyasla daha yüksek refah ve huzur düzeyine sahip oldukları görülüyor. Özellikle ahiret inancı gibi ölüm sonrası hayatın var olduğu düşüncesine sahip olan insanlarda hayatı anlamlandırma ve stresle başa çıkma yetisinin belirgin bir şekilde arttığı belirtiliyor. Modern toplumda köklü değerler ve ahlaki normlar olmadan yetişen gençlerde ise kimlik arayışlarının çok daha sancılı geçtiği gözlemleniyor.
American Journal of Epidemiology’de yayımlanan geniş kapsamlı bir çalışma da ibadet ve dini faaliyetlere düzenli katılımın, depresyon ve yalnızlık hissi gibi durumlarda azalma sağladığını kanıtladı. Özellikle bir yaratıcıya ya da ahiret inancına sahip olmanın, kişide gelecek korkusu ve belirsizlikle daha iyi başa çıkma yetisi geliştirdiği gözlemlendi.
Harvard Üniversitesi tarafından yapılan benzer bir çalışma, inançlı kişilerin sosyal ve paylaşımcı olduğunu, bu sayede stresten ve kaygıdan uzak kalmaya daha yakın olduklarını gösterdi.
Pew ve Harvard T.H. Chan School of Public Health’in araştırmalarında, ayrıca depresyon oranlarının inançsız kişiler arasında çok daha yüksek olduğu gözlemlendi. Ateizm veya agnostisizm gibi inançsızlık durumlarının, özellikle ölüm sonrası hayata dair belirsizlik ve yaşamın anlamına dair sorgulamalardaki yetersizliklerinin, fertlerde daha fazla varoluşsal kaygıya yol açtığı gözlemleniyor.
İnanç ve Değerlerin Eksikliğinde Toplumsal Sorunlar
Bugün inançsızlık ve aidiyet eksikliği, genç nüfusun köklü değerlerden uzaklaşmasına ve kendi değer dünyalarını inşa etme arayışına kapılmasına yol açıyor. Bu boşluk, gençlerin birçoğunun umutsuzluk, yönsüzlük ve anlamsızlık hissiyle baş başa kalmasına sebep oluyor.
Örneğin, ABD’de yapılan bir araştırmada, ateist bireylerin genel olarak daha yüksek depresyon ve intihar oranlarına sahip oldukları gözlemlenmiş ve bu oranların, inançlı fertlerde anlamlı bir şekilde daha düşük olduğu belirtilmiştir.
Toplum içinde yalnız olan ve ortak değerlerden mahrum fertler, birçok durumda içsel huzursuzluk yaşayarak alkol, uyuşturucu, sigara, şiddet ve benzeri olumsuz davranış ve alışkanlıklara daha yatkın hale gelmektedir.
Nihai Bir Değerlendirme
Günümüz toplumunda hızla artan psikolojik ve sosyolojik sorunlar, dinin ve ahlaki normların önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Mitolojilerden gelen anlatılar ve tek tanrılı, vahiy kaynaklı dinin rehberliği, kişilerin ruhsal ve toplumsal sağlığı için vazgeçilmez bir kıymete sahip.
Bugün, geçmişten miras aldığımız bu değerleri anlamak ve yaşatmak, şahısların ve toplumların kendilerini yalnız, anlamsız, öncesiz ve sonrasız hissetmelerini önleyecek güçlü bir temele sahip olmalarına olanak sağlıyor.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.