Dost

Muhabbetle Çizen Nakkaş: Enver Abi…

Çehrelerinde temâşâ ederdim feyz güneşinden gelen ışıkları. Tatlı sözlerine, tebessüm tebessüm yeşeren simalarına kavuşabilmek için can atardım.

Bırak ey Şubat! Karla karışık yağsın deli yağmur! İçime geçip serinletsin iliklerimi.

Uzaklarda da olsalar, odayı dolduran avizenin mülayim ışıkları misali hayatımın her yanını doldururlardı. Her hareketimi, bütün niyet ve düşüncelerimi takip ediyor hissederdim.

Bir tahta bavulla köyden şehre göç edenler gibi gelmiştim Türkiye’ye. Hiçbir şeyim yoktu. Düştüm, kalktım, evlilik, iş, tahsil, çocuklar… O günden bugüne binlerce el uzandı. Uzatılan bütün eller onlara aitti. Lâyıkıyla teşekkür etmem nasıl mümkün olsun Şubat’ım…

Umumî sohbetlerde hislerim çok karışık olurdu. Teşriflerini bekleyen kalabalıklar arasında heyecanla beklerdim. Nabzımın atışları hızlanır, heyecanla atmaya başlardı kalbim. Kâinat etrafımda dönüyor gibi oluyordu. Hasret, iştiyak, heyecan ve şevkimin meydana getirdiği cevalan tufanı etrafımdakileri gark edecek zannederdim.

Düşman çizmeleri altında ezilmişti ruh halimiz. Kubbeleri çökmüş, rahleleri yanmıştı ilim yuvalarının. Bombalar yakıp yıkmıştı yuvamızı. Gündüzleri kısa, güneş ışıkları az olan aysın. Beni anlarsın: Aşka nakış çizenler çok uzaklara göçüp gitmişlerdi. Bir yudum muhabbete hasret kalmıştık.

Önlerinde iki saf halinde dizilenlerle selamlaşa selamlaşa, yıldızların arasında yükselen dolunay misali ilerlemeye başlarlardı. Herkesten kıskanıyordum onları. Babasını kardeşlerinden kıskanan çocuk gibiydim. Bakışları hep benim üzerime düşsün isterdim. Hususi alaka bekliyordu çorak benliğimdeki boynu büyük çiçekler. Fakat biliyordum, sadece benim olamayacak kadar büyük olduklarını.

Dostum diyebildiklerimin gönüllerine onlar bağlamışlardı beni. Öğrendiğim ne varsa onun serdiği irfan sofrasının kırıntılarından ibarettir. Hâlâ hayatıma zerrece müspet katkısı olan kim varsa onun bıraktığı yadigarlardan. Bu kadar sevebilir miydik birbirimizi? Serilebilir miydi bunca ikram sofraları?

Haddimi aşma korkusu ile “İnşâallah ellerini bana da uzatırlar” arzusu arasında çırpınmaya başlardım. O günkü ruh halime, iç dünyamın şartlarına uygun olarak; omuzuma dokundukları, musafaha ettikleri, bir tebessüm lütfettikleri, birkaç kelimelik hitapta bulundukları veya yüzüme dahi bakmadan geçip gittikleri olurdu. Bedenim tava, benliğim kızgın yağ gibi olurdu. Ruhum pişiyor hissederdim.

Dışarıda bir dünya vardı elbet: Derimizi geçip tenimize sızamayan, zihnimize nüfuz edemeyen ve gönlümüze dokunamayan bir dünya… Vatan sevgisini, bayrak sevdasını verdiler ama siyasetin girdaplı sularından uzak tuttular. Allah onlarla tanıştırmasa belki de zayi olurdu ömür sermayesi…

Muhabbet derlerdik sohbetlerinde. Sadece biz mi! Satır satır, kaset kaset, film film nakşetmeselerdi bilebilir miydi Anadolu coğrafyası İlâhi muhabbete mazhar olmuş evliyaları! Sadece Anadolu mu!   

Ben sana nasıl anlatayım onları Şubat! Yüksek veya alçak demeden her tarafı örten semalardan getirdiğin şu lekesiz karlar anlatsın. Dünyanın dört bir yanında çevrilen kitap sahifeleri izah etsin. Açılan her su kuyusunun sevinciyle dişleri sedef misali parlayan Afrikalı çocukların masum tebessümü konuşsun. Yarım asırlık gazeteleri yazsın. Açtıkları yurtlarda huzur içinde eğitim hayatını tamamlayan nesillerden muhakkak çıkacaktır onları anlatan şiiri, roman ve destanları yazacak yiğitler!

Öyle veya böyle nihayet bulacak bu hayat. Herkes gibi biz de bu dâr-ı fenâdan dâr-ı bekâya göçeceğiz. Son nefesimi verip bu fani dünyaya gözlerimi yumduğumda beni karşılamaları için dua ediyorum.

——

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Necip YILDIRIM

Polyglot. Yazar. Şair. Müteşebbis. Uluslararası İlişkiler. Psikoloji. Kuantum. Edebiyat. Yolcu. Ressam. Hattat. Baba. Îşân.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu