
Filmimiz, gece görüntüleri eşliğinde başlıyor. Para kazanma hırsı ile hırsızlık yapan, karşısına çıkan engelleri profesyonel bir şekilde atlatan ve internetteki bilgileri doğru kullanarak kendisini geliştiren bir ruh hastası, çaldığı malları satarken sanki uluslararası çapta bir şirketin temsilcisi edasıyla konuşuyor. Bu enteresan karakterin, film boyunca uyuduğuna dair hiçbir emare görmüyoruz. Bir olay mahallinde haber görüntülerini kaydedip haber kanalına satma işinin kendisi için biçilmiş kaftan olduğunu görüp bu iş ile alakalı her şeyi didik didik ederek öğreniyor. Çaldığı bisikletin karşılığında aldığı kamera ile başladığı bu haber videosu işi için kendisine büyük bir hedef belirliyor. Bu hedefi için yaptığı planlamanın hiçbir aşamasından taviz vermiyor.
Neo-noir
Misallerini umumiyetle Hollywood sinemasında ve yirminci asrın ilk yarısında gördüğümüz psikolojik gerilim ve suç draması filmleri, “film noir” (kara film) olarak adlandırılmaktadır. Modern dönemde yeni çekim tekniklerinin gelişmesiyle konu, anlatım tarzı ve atmosfer olarak “kara film” üretme çabası güden filmlere “neo-noir film” (yeni kara film) denmektedir. Los Angeles’ın karanlık sokaklarını ve neon ışıklarını kullanarak bir neo-noir film atmosferi yakalayan filmimizin mekân seçimi oldukça başarılı. Çünkü başrolümüz gibi soğuk ve acımasız mekan atmosferi filmimizin sinematografisiyle muhteşem bir şekilde yansıtılmış.
Karakter ve Oyunculuk
Jake Gyllenhaal’ın hedefine kilitlenmiş bir avcı misali performansı bile, tek başına, filmi seyretmeyi cazip hale getiriyor. Oynayacağı karakteri, “aç bir çakal” olarak hayal eden Jake Gyllenhaal, tamamen kendisine ait bu fikrin icabı olarak tam 20 kilo vermiş. Böylece, karakterin yırtıcı ve açgözlü̈ görünüşünü destekleyen bir beden dili geliştirerek filme inanılmaz bir katkı sağlamış. Ayrıca, gözlerini neredeyse hiç kırpmayarak sürekli bastırılmış bir enerjiyle konuşması da karakterin ruhunu mükemmel bir şekilde yansıtmış.
Karakterin en ürkütücü yanlarından biri de, kendine has motivasyon konuşmaları. Diğer karakterleri manipüle ederken kullandığı dil, üzerinde akademik çalışmalar yapılmış “kişisel gelişim” veya “kurumsal başarı” kitaplarından çıkmış gibi. Karakter; çalışkan, azimli ve hırslı. Yani toplumun arzuladığı hususiyetleri barındırıyor! İşte burada da sert bir tenkid var. Tüm bu güzel hassâların bir getirisi olarak “vicdansız” bir şahsiyet ortaya çıkıyor.
Karakterin, anne sevgisinden mahrum büyümüş olduğu anlaşılıyor. Kendisinden yaşça büyük olan kadın, içindeki anneden kalan boşluğa yani archetypal(arketipel) anne figürüne tekâbül ediyor. Kolayca manipüle edilebilen insanları tercih ediyor olması, başka kişilerin boyunduruğunda çalışmak hatta ortak dahi olmak istememesi de karakterdeki Narsist kişilik bozukluğunun apaçık tezahürü. Karakterin psikolojik sapmalarını ise bu anne figürü eksikliği ile açıklayabiliriz.
Jake Gyllenhaal, aynaya bağırdığı sahnede o kadar kendini kaptırmış ki ayna kırılmış ve eli kesilmiş. İrticalen çekilen bu sahneden sonra 19 saat daha çekim yapılmış ve ardından yönetmen tarafından hastaneye götürülen oyuncunun eline, dört saat süren bir ameliyatla kırk altı dikiş atılmış. Taburcu edildikten sadece altı saat sonra sete geri dönen oyuncu, ilk sahnelerde seyrettiğimiz, çaldıklarını hurdacıya satarken yaptığı konuşma sahnesinde elini arkasında tutarak vaziyeti gizlemek mecburiyetinde kalmıştır.
Gyllenhaal’ın bu bencil, hırslı ve rahatsız edici derecede zeki karakteri canlandırışı, hiç şüphesiz, film tarihinin en iyi performanslarından biri. İçinde biriken saldırganlığı adım adım inşa edişi gerçekten etkileyici. Başta sadece geveze, her şeyi bildiğini sanan ve geçim derdinde bir adam gibi görünen karakter, gülümsemesiyle sizi rahatsız ediyor, çünkü gözleri hiçbir zaman gülümsemesine eşlik etmiyor. Sözleri manipülatif, kibirli ve doğrudan hedefe yönelik. Sizi köşeye sıkıştırıyor, kontrolü kaybettiriyor ve siz farkına bile varmadan ipleri tamamen eline alıyor. Hikâye ilerledikçe, egosu büyüyen ve içindeki rahatsız edici gerçek ruh hali, bazen ince detaylarla, bazen ise doğrudan yüzünüze çarpan sahnelerle gün yüzüne çıkıyor. Gyllenhaal, inanılmaz derecede rahatsız edici ve hasta bir zihne hayat veriyor, ama her şeyden önemlisi, bu karakteri ürkütücü bir şekilde gerçek hissettiriyor.
Hikaye Anlatımı
İlk kez yönetmen koltuğuna oturan Dan Gilroy’un, neo-noir tarzdaki suç, gerilim filmi yalnızca bir sosyopat hikâyesi değil; ahlaki değerleri reyting uğruna hiçe sayan yozlaşmış medya düzenine yönelik sert bir eleştiri! “Kan varsa, manşet olur” anlayışı, insanın ilkel kan dökme arzusunu yansıtıyor. “Roma arenalarındaki gladyatör dövüşlerinin günümüz versiyonu televizyon haberleridir” şeklinde bir yorum sunan film, sarsıcı ve tavizsiz bir senaryoya sahip.
Yönetmen ve Senarist Gilroy’un, ana karakterinin beslendiği sansasyonellikten uzak durarak sarsıcı bir hikâye inşa ettiği filmi, sürükleyici ve zekice kurgulanmış. Söylemek istediklerini aktarırken etkileyici bir ölçülülük sergiliyor; hiçbir zaman apaçık olanı vurgulamıyor, bunun yerine ana karakterinin zihnine derinlemesine inmeye odaklanıyor.
İstidlâl
“Ah yâ Rabbî! Herkes gölgesinin peşinden koşuyor, fakat yetişmesi imkânsız. Eğer insanlar Güneşe arkasını çevirirse, hakka ve hakîkate ve âhırete dönmezse, gölgesi önüne düşer. O mecbûren gölgesini yakalamak için uğraşacak, peşinden koşacakdır. Fekat yetişemeyecekdir. Çünki kendisi biraz gitse, gölge de gidecek. Dahâ çok gitse, dahâ çok gidecek. Yetişmesi imkânsız olacakdır. Onun için hiçbir dünyâ ehli, bu bana yeter demez. Artdıkca dahâ çok artmasını ister. Buna hırs-ı pîrî derler. Onun için büyüklerimizin bize verdiği istikamet, bu hırs-ı pîrîyi, dünya malını elde etmek için değil de, ahiret kazancına çevirmek için kullanmalıyız. Ancak böyle kurtulabiliriz. Hırs-ı pîrî, hırs-ı âhiret’e dönüşmelidir. “
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.