Geniş Kadraj
Kalitesi geçen onca yıla rağmen azalmamış, zekice yönetilen, ustalıkla yazılmış, akıllıca fotoğraflanmış, sıkı bir şekilde kurgulanmış bir western draması…
Fakirliğin, çaresizliğin, açgözlülüğün ve onun yozlaştırıcı kuvvetinin son derece büyüleyici ama bir o kadar da rahatsız edici bir temsili…
Zamana meydan okuyan filmin senaryosu, B. Traven müstear isimli yazarın aynı isimli romanından uyarlanmış. Gece çekimleri hariç tüm çekimler hikâyede geçen gerçek mekanlarda çekilmiş. Film, inandırıcı olmasını, gerçek mekânlardaki çekimlere borçludur. Dönemine göre yüksek bir bütçeyle çekilen filmin tamamı ABD dışında çekilmiş ve bu çekimler 6 ay sürmüştür.
Film, 1920’lerin Meksika’sında geçiyor. Ne yapsalar fakirlikten kurtulamayan iki Amerikan vatandaşının, altın aramada gayet tecrübeli bir ihtiyarla tanışıp, üçünün birlikte Sierra Madre Dağları’nda altın aramalarını ve bunu başarsalar da açgözlülüğün insan psikolojisine tesirini, her şeyin neticede nasibe dayandığı konularını işliyor.
Açgözlülük teması ve onun yozlaştırıcı tabiatı efektif bir şekilde ele alınıyor. Üç ana karakterin her birinin psikolojisi ve ahlaki prensipleri ustalıkla işleniyor. Filmi değerli kılan en önemli faktörlerden biri de film ilerledikçe hikâyenin daha da karmaşık hale gelmesi.
Hayatın öngörülemezliği ve onu kontrol etmek için gösterilen beyhude çabalar mükemmel bir şekilde ele alınıyor.
Sebep ve Tesir
Yönetmen John Huston’ın ilk filmi olan “The Maltese Falcon” filmi ile Humphrey Bogart çalışma fırsatı yakalamış ve bu sayede yakın bir dostluk kurmuşlardır. Bu dostluğa o zamanlar daha meşhur bir sinema yıldızı olan George Raft’ın “The Maltese Falcon” filmindeki “Samuel Spade” rolünü reddetmesi vesile olmuştur.
John Huston ikinci dünya harbinden dönmüş; Bogart ise “Casablaca” filmiyle şöhretini perçinlemiş ve istediği projeyi seçme salahiyetini haiz büyük bir sinema yıldızı olmuştur. John Huston’ın, B. Traven’in “The Treasure Of The Sierra Madre” kitabını okuyup büyülendiğinden 1941 yılında çekmek isteyip savaş ilan edilince rafa kaldırdığı ve çekmeyi ölesiye istediği “açgözlülükten deliren sefil birisi” hakkındaki bu filmi, ikisi kafa kafaya verip vakit kaybetmeden çekmeye karar vermişlerdir.
Film, gelmiş geçmiş en büyük yönetmen kabul edilen Stanley Kubrick’in en sevdiği filmlerdendir. Steven Spielberg, meşhur “Indiana Jones” karakterinin ilham kaynağının, Bogart’ın Dobbs karakteri olduğunu beyan etmiştir.
Karakterler ve Ruh Halleri
Humphrey Bogart’ın, oyunculuk dersi verircesine canlandırdığı Dobbs karakteri, hayatında uzun süre zengin olma fırsatı kollayan ve ne pahasına olursa olsun bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye niyetli bir adam. İşçilik ücretini ödemeyen dolandırıcı ustabaşı onu engelleyemez. Vahşi haydutlar onu engelleyemez. Ortaklarına karşı paranoyası neticesinde ortakları bile onu engelleyemez. Bu niyeti yani zengin olma hırsı, tüm hücrelerine kadar sirayet etmiştir. Açgözlülüğü her şeyi perdeler. Bu hırsının verdiği paranoyayla, kendisini maden çökmesinden kurtaran, defalarca emin kimseler olduklarını ispatlayan ortaklarına karşı güvensizliği o kadar artar ki, bu güvensizlik aynı sıkıntıları yaşayan bu yola beraber baş koyduğu en yakın arkadaşını öldürecek seviyeye getirir. Öldüğüne bile tam kani olamadığından iki el ateş etmiştir. Bu karakter, insanlığın karanlık açgözlü yanını gösteren filmin hikâyesinin merkezinde yer alıyor. Filmin başında tertemiz ve beyaz olan tıraşlı yüzünün, hikâye ilerledikçe kirlenmesi ve kararması, insanlığının giderek kaybetmesinin muhteşem bir tasviridir.
Yönetmen John Huston’ın, babası Walter Huston’a emanet ettiği Howard isimli karakterin, kendinden emin bir şekilde hızlı konuşması, yaşanmışlığının ve tecrübesinin çok olduğunun temsili. Altının insanların ruhlarına neler yapabileceğini bilen Howard, Dobbs’un paranoyak taleplerine ses çıkarmayan nazik bir barış elçisini canlandırıyor. Çünkü bunların neticede pek bir şeyi değiştirmeyeceğini bilse de sadece Dobbs’un çöküşünü yavaşlatmaya çalışıyor.
Tecrübeli ve yaşlı Howard ile paranoyak ve orta yaşlı Dobbs arasındaki ahlaki anlaşmazlıklar arasında kalan ve her adımında taraf seçmeye zorlanan Curtin karakterini oynayan Tim Holt, rolünün hakkını fazlasıyla vermiştir.
Filmdeki başta kötü niyetli olduğunu düşündüğümüz, ardından ise cesaret timsali ahlaken dürüst bir karakter olduğunu anladığımız Cody’nin, onu öldürmek üzere olan adamları savunmaya çalışırken ölmesi çok manidardır.
Cody’nin, Curtin’i kamplarına kadar takip edip yardım ve ortaklık teklif ettiği bölümde; vaziyeti bizim hazine arayıcılar açısından tahlil ettiği muazzam bir sahne vardır. Onu ortak yapabilirler, kovup salabilirler veyahut öldürebilirler. Ortakların oy kullandığı sahne, ahlaki ölçülerinin nasıl dengelendiğini gösteren en mühim sahne.
Ders
Buldukları hazineden nasiplenemeyenleri anlatan, 1948 tarihli Sierra Madre Hazinesi isimli filmi seyredenleri, şayet anlaşılması gerekeni tam anlamaları halinde, filmdeki altınlardan daha kıymetli bir hazineden nasiplenmek bekliyor.
Sizlere aşağıda naklettiğim kıymetli sözler nasiplenmeniz hususunda sizlere fazlasıyla yardımcı olacaktır.
“Beş vakit namazın en büyük özelliği, arada bir fren yapmak suretiyle, taşın dağdan aşağı doğru yuvarlanmasını biraz olsun, arada bir durdurabilmektir. Kinetik enerji diye bir şey var. Bir şey yukarıdan aşağı doğru düşerken, ne kadar yukarıdan inerse o kadar sürat kazanır, artık onun önünde durulmaz olur. Fakat kar ve yağmur müstesnadır. Çünki, onu melekler indirir. Eğer yağmur tanesi o kinetik enerji ile düşse idi, ebabil kuşlarının taşlarından beter olurdu. Bir yerden girer, bir yerden çıkardı, böyle bir felaket olurdu. Fakat Allahü teala merhametli olduğu için, kulları yağmurdan zarar görmesin diye, onları birer birer meleklerle indiriyor. Yoksa düşünebiliyor musunuz, düştükçe hız kazanıyor…
İşte, insanın ömrü de kinetik enerji gibi, dünyaya karşı hırslı, paraya karşı hırslı, şöhrete karşı hırslı, her an bir iki artar. Felaket! Bir iki artar. İki ise dört, dört ise sekiz, sekiz ise onaltı, böyle artar. Onun için, cenab-ı Peygamber “aleyhissalatü vesselam” buyuruyor ki; bu sevgi, her cins günahın en büyüğüdür. Çok felaket. Allahü teala’dan gayrı olan sevgiler, her cins haramın, her cins günahın, her cins hatanın daha büyüğüdür. Namazın en büyük faydası, günde, insanı beş defa frenlemektir. Bir tek gayesi var, o da ölümü hatırlatmaktır. Çünki namaz, ahirete ait bir ibadettir.”
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.