Hatıra

Tokat: Soruşturma (2/7)

Baba, sabahleyin işe gitmeye hazırlanıyordu. Abdestini aldı, giyindi. Evden çıkmaya hazırdı. Ramazan dolayısıyla kahvaltı yapılmadığı için eşi ve çocuğu uyuyorlardı. Onları uyandırmamak için sessiz hareket ediyordu. Ramazan ayının bu yönünü de çok seviyordu. Sabah kahvaltısı olmadığı için eşini uyandırmaya gerek görmüyordu. Kahvaltı merasimi yapılmıyordu. Gün boyunca yine yemek telaşı, endişesi yoktu. İnsan, akşama doğru kendisini kuş gibi hafif hissediyordu. Bu düşüncelerle kendisini şimdiden hafiflemiş hissederken, kapı çalındı. O saatte kimseyi beklemediği için; hayırdır inşallah diyerek kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında resmi kıyafetli iki polisle burun buruna geldi. Polis, bir isim söyledi ve;

– Bu Sen misin?

Adam;

-Evet benim.

Polis;

-Bizimle beraber savcılığa kadar gelmeniz lazım.

Savcılıkta ne işim olabilir diye düşündü. Tokat olayını unutmuştu. Hayretle polise “Neden?” diye sordu. Polis, “ben de bilmiyorum, Savcı Bey nedenini size izah eder” dedi. Kendisi işe gitmeye hazırlanmıştı. “Ben hazırım, gidebiliriz” dedi. Kapıya yöneldiğinde gayri ihtiyari dönüp geriye baktı. Eşi ayakta, kendisine hayretle bakıyordu. Küçük kızı da annesinin arkasına saklanmıştı. Bir şeylerin ters gittiğini anlamış gibi babasıyla göz göze geldi.  Önemli bir şey değil, merak etmeyin dedi. Adliyeye gitmek üzere evden çıktı.

Savcı beyin kapısında uzun süre polislerle beraber beklediler… Müzekkerede mevcuden istendiği için polis yanından ayrılmıyordu. Bu durumlarda tutuklamaya sevk yüksek ihtimaldi. Yanında polis olmazsa tutuklamaya sevk edildiği zaman şüpheli sıvışabilirdi. Onun için savcı serbestsiniz deyinceye kadar polis yanından ayrılamazdı.

Savcı bey, başka birinin ifadesini alıyordu. Kapı açıldı. İfadesi alınan kişi dışarı çıktığında savcılık kâtibi çağırdı. İçeri girdiğinde savcı beyin kendisine dikkatle, biraz da kızgın baktığını görünce içine bir korku yerleşti. Savcı bey önündeki evrakta bir isim okudu ve sordu;

– Bu kişi sen misin?

– Evet dedi.

– Ben de orucumu yesem beni de döver misin?

– Estağfurullah, herkes oruç tutup tutmamakta serbesttir, sizi neden döveyim.

– Ama bu evrakta oruç yedi diye adamı dövdüğün ve gözünü kör ettiğin, mahallede sopayla gezdiğin ve oruç tutmayanları dövdüğün yazıyor.

Adam buraya neden çağrıldığını anladı. Ne büyük bir belayla karşı karşıya olduğunu kavradı. Nefesi daraldı, vücudundan bir titreme geçtiğini hissetti. Ağzı kurudu, konuşmak için ağzını açmak istedi. Konuşamadı. Defalarca aynı durumla karşı karşıya kalan tecrübeli savcı durumu anladı. Kâtibine bir bardak su vermesini istedi. Kâtip, masanın üzerinde hazır duran sürahiden bir bardak suyu adama uzattı. Adam suyu alıp bir yudum içti. Konuşmaya başlayabildi. “Hayır efendim kesinlikle bu doğru değildir. Ben oruç tutmadı diye kimseyi dövmedim, dövmem de… hele mahallede sopayla dolaşıp oruç tutmayanları dövdüğüm kesinlikle iftiradır, böyle bir şey asla olmamıştır. Olayın aslı şudur. Küçük kızımla beraber mahalle bakkalına gittim. Ramazan ayının ilk günüydü. Şikayetçi olan avukat dediğiniz adam da oradaydı. Bakkal ile sohbet ediyordu. Elinde sigarası vardı. Bir nefes çekti ve doğrudan benim yüzüme üfledi. Bunun üzerine aramızda tartışma çıktı. İtişme oldu, gözlüğü bu ara düşmüş olabilir. Asla yüzüne yumruk vurmadım. Bakkal aramıza girdi, ayırdı. Ben de oradan kızımla birlikte hemen ayrıldım” dedi. Savcı ifadeyi aynen kâtibe yazdırdı. Adamın imzasını aldı.

Adama döndü; “serbestsiniz, gidebilirsiniz” dedi. Polise de seslendi; “memur bey şahıs serbesttir” dedi. Adam savcının yüzündeki ilk kızgınlığın arık kalmadığını fark etti. Hem buna hem de serbest kalışına sevindi. Oradan ayrıldı. Bu işin kapandığını zannetti.

                  ********

Ramazan-ı Şerifi oruçla, teravihle, hatimle, hayır ve hasenat ve sadakalarla ve en sonunda da bayramla yolcu etmişlerdi.

Bayramdan sonraki ilk gündü. Yine mesai başlamıştı. Sabah kalkıp eşinin hazırladığı kahvaltıya eşiyle ve küçük kızıyla oturdular. Keyifle bir kahvaltı yaptılar. İşe gitmeye hazırlandı. Giyindi, eşiyle ve küçük kızıyla vedalaştı. Tam kapıdan çıkacağı sırada kapı zili acı acı çaldı. Bu saatte kimseyi beklemiyordu. Sabah erken çalan kapı zillerini ve gece yarısı acı acı çalan telefonları hiç sevmezdi. Hep bir emanet habercisi gibi gelirdi kendisine. Hayırdır inşallah diyerek kapıyı açtı. Bir postacı elinde bir tebligat zarfı tutuyordu. Adamın yüzüne baktı. Zarfın üstünde yazılı ismi okudu. “Bu sen misin” diye sordu. Adam “evet” dedi. Zarfın arkasını çevirdi. Kalemini çıkardı. Adama elindeki kalemin ucuyla bir yer gösterdi. “Şurayı imzalar mısın?” dedi. Adam gösterdiği yere baktı. El yazısı ile “muhataba bizzat teslim edildi” diye yazıyordu. Kalemi elinden aldı. Gösterdiği yeri imzaladı. Zarfın geri alan postacı, adamın imzaladığı sayfayı itinayla noktalı yerlerinden kopardı. Çantasına yerleştirdi. Kalan kısmını adama verdi. Görevini tamamlamış olmanın rahatlığıyla oradan ayrıldı.

Adam merakla zarfa baktı. Nereden geldiğini merak ediyordu. Tebligatın Ağır Ceza Mahkemesinden geldiğini gördü. İçerden eşi, “kim o, ne istiyor” diye sordu. Adam “önemli bir şey değil, apartman toplantısına çağırıyorlar” dedi. Evden ayrılıp arabasına bindikten sonra aceleyle zarfı açtı. Okudu. Başlığında ‘İddianame’ yazıyordu. Sonuç ve talep kısmında da “müştekinin beyanı, şüphelinin savunması, tanık beyanı ve dosyaya gelen sağlık kurulu raporu ile; şüpheli ile Müşteki arasında tartışma çıktığı, şüphelinin müştekiye bir tokat vurduğu, tokatın etkisiyle müştekinin sol gözünün görme yeteneğini tamamen kaybettiği, 765 sayılı TCK. 456/3 maddesine göre 5 yıldan 10 yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim” diye yazıyordu. Bu satırları okuyan adamın içine bir sancı girdiğini, başının zonkladığını, soğuk soğuk terlediğini hisseti. Halbuki savcı serbestsiniz demişti. Bu işten kurtulduğunu zannetmişti. Vurup vurmadığını tam hatırlamadığı bir tokatla nasıl gözü kör olabilirdi. Aklı mantığı almıyordu. İşin ciddiyetini anlamıştı. O andan itibaren bu beladan kurtulmanın yollarını arayıp bulması gerektiğine karar verdi. Adamın beyninde 5 yıl, 10 yıl, ağır ceza kelimeleri dolanıp duruyordu. Şimdiden hapse atıldığını hissediyordu. Orada ne yapacaktı, nasıl yaşayacaktı? Dört duvar arasında 5 yıl nasıl geçecekti? Evinin geliri bir tek kendisinin çalışması ile sağlanıyordu. Eşi ev hanımıydı. Kızı henüz 12 yaşında ve okula gidiyordu. Kendisi hapse girse bunlar nasıl geçinecekti? Kuyumculuk takı imalat işinde çalışıyordu. Takılar, bilezikler, küpeler, kolyeler ince işçilik ve dikkat gerektiriyordu. Artık kendisini işine veremiyor ve rahat uyku uyuyamıyordu. Uykuları, rahatı, huzuru kaçmıştı. Durumu eşinden de saklıyordu. Bu da başka bir problemdi. Eşi şüpheleniyordu. Bir şeylerin ters gittiğini anlıyordu. Eşinin ağzını arıyor, bir şey öğrenmesi mümkün olmuyordu. Konuşmaya çalıştığı zamanlarda eşi bir şey olmadığını söylüyor, ısrar edince de sinirleniyor ve mevzuyu kapatmaya çalışıyordu.

      Adamın sevdiği bir arkadaşı vardı. Bir gün onunla dertleşirken bu mevzuyu açtı ve olayı baştan sona anlattı. Arkadaşı; “dava hangi mahkemede açılmış” diye sordu. Adam cebindeki evraka baktı. Mahkemenin ismini söyledi. Arkadaşı; “o mahkemeye en samimi olduğu bir Hâkim arkadaşının tayin edildiğini, onunla görüşebileceğini, bir tokatın cezasının bu kadar olamayacağını” söyledi. Adam sevincinden arkadaşına sarılıp öpmek istedi. Ama saygısı buna müsaade etmedi.

O gün bir umut belirdi içinde, biraz rahatladı. Arkadaşına teşekkür edip ayrıldı. O gece, günlerden beri ilk defa rahat uyudu.

Yazı Dizisi: 7 bölümden oluşan bu hikaye dizi devam edecek…

Tokat: Müşteki (Birinci Bölüm)

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Emin ARICI

Öğretmen, Hakim, Avukat, İlahiyatçı, Mütekaid

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu