
Birkaç ay önceydi. Bir haber başlığı önce gözüme takıldı sonra hem tamamını okudum hem de haberin videosunu seyrettim içim parçalanarak…
Haberin teferruatına girmeyeceğim. Hangi ilimizde yaşandığından veya kişi isimlerinden de bahsetmeyeceğim. Zira bunlardan ziyade yaşanan hadise ibretlik ve acı vericiydi.
Kendisinden çok uzun süredir haber alınamayan yaşlı bir hanımefendinin çok uzun zaman önce kendi evinde ve yatağında ölmüş olduğu ve evinin içerisine girildiğinde üzerindeki elbiselerinin ve kemiklerinin bulunduğu haberiydi bahsettiğim hadise…
Ne kadar acı…
Düşünün, kalabalık kalabalık şehirlerde, müstakil ve araları mesafeli evlerde olmamamıza rağmen, neredeyse komşu kapılarımızın evimizin diğer bir odasından daha yakın uzaklıkta olduğu şehirlerde yaşayan bizler; komşularımızdan bihaber ömür sürüyoruz. Aynı apartman kapısından onlarca ailenin girip çıktığı yapılarda oturan bizler; bir evin kapısının uzun zamandır açılmadığından veya içinde hasta mı var, ihtiyaç sahibi biri mi var bilmeden günlerimizi, aylarımızı hatta yıllarımızı geçiriyoruz hiç dikkat etmeden…
Halbuki biz; böyle bir medeniyetin çocukları mıyız?
Sadece bir misal vermek istiyorum; binlerce komşu ve arkadaş hakkı hususunda nasıl hassas bir medeniyetin evlatları ve mükemmel bir dinin mensubu olduğumuzu gösteren…
Bizim kadim medeniyetimiz; komşusunu camide göremeyince birbirlerine o kişiyi soran; “hasta mıdır? Yakın zamanda kendisini gören oldu mu?” şeklinde kısaca araştırdıktan sonra içlerinden birini evine gönderip ne halde olduğunu öğrenmeye çalışan insanların medeniyetiydi. Herkesin birbirinden haberdar olması gerektiği kadar haberdar olduğu, ihtiyaç sahibinin veya hastanın üzerinden çok vakit geçmeden tespit edilip kendisine karşı hak ve hukukun yerine getirildiği bir medeniyetin çocuklarıydık.
Ne oldu bize?
Adına toplu yaşam denilmesine rağmen, insanların alabildiğine yalnızlaştığı hatta yalnızlaşmanın adeta moda olduğu bir millete dönüşüyoruz ne yazık ki. Ulaşımımızın adı toplu, hayatımızın adı toplu ama herkes yalnız. Hatta aynı evin içinde birlikte yaşayan yalnız insanlar var. Kulaklık ve telefon ikilisi ile sıkı dost olup, etrafında olup bitenlerden hiç haberi olmayan insanlara dönüştük. Bu öylesi bir yalnızlık ki; bırakın komşusundan haberi olmasını kendinden haberi olmayıp, karşıdan karşıya geçerken sağa sola bakmayı bile ihmal edecek kadar kendisinden habersiz kişiler çoğaldı etrafımızda ne yazık ki…
Mevzuyu çok dağıtmak istemiyorum. Yukarıda bahsettiğim haberi okuyup bitirdiğimde o kadar çok üzüldüm ki; ( onları suçlamak mânâsında değil ama) şunu dedim içimden. ” İyi ki ben bu hanımefendinin komşusu değilmişim, vicdan azabından ölürdüm.”
Peki bu yeterli mi vicdanımızı rahatlatmamız için?
Aynı şeyin bizim başımıza gelmeyeceğinin garantisi var mı?
En mühimi; ne yapmalıyız?
Komşuyu gözetip kollama hasletleri biraz yozlaşmış olan bizler; haberleşmenin çok hızlı olduğu bu devirde hemen hiç de vakit kaybetmeden bir vesile ile komşularımızdan haberdar olmalıyız. Ve en azından bizden sonraki nesillere bunun ehemmiyetini iyice anlatmalıyız. Yoksa bu ve buna benzer hadiseler sayıları artarak yaşanmaya devam eder.
Bir rica:
Bu yazıyı okuyan herkes bir komşusunu arasa ve “belli aralıklarla birbirimizi arayıp soralım, diğer komşularımızla da bir vesile ile haberleşip durumun ehemmiyetini birbirimize anlatalım” derlerse herhalde bu mevzuda biraz yol alabiliriz.
Ne dersiniz?
Herkesin var bir kesi,
ben bî-kesin yok kimsesi.
Ben bî-kesin, sen ol kesi,
ey kimsesizler kimsesi!
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.