Türkistan

Türkistan ve Bütünleşme Teorileri

Türkistan ile ilgili kaleme alınan makalelerde akademik olmayan bir lisan tercih edildiğinden, bilimsel çalışmalardan haberdar olunmadığı veya hamaset yapıldığı intibaı uyanabilir. Bu sebeple uluslararası entegrasyon ve bütünleşme üzerine yapılan aşağıdaki incelemenin paylaşılması uygun görüldü.

Bizim Türkistan telakki ve teklifimiz bu teorilerin hiçbirine dayanmamaktadır. Ancak literatürü derinlemesine tetkik etmeden, ayakları sağlam yere basan bize has bir teklif ortaya koyulması mümkün olmayacaktır. Bir başka ifadeyle, sosyal bilimlerin diğer sahalarında olduğu gibi, bütünleşme ve entegrasyon sahasında yazılanlardan da çok iyi şekilde haberdar olunmadan günümüz dünyasının şartlarına uygun bir Türkistan tasavvuruna sahip olmak mümkün olmayacaktır.

Bu metinde sosyal bilimler literatüründeki bütünleşme teorileri muhtasar şekilde incelenecektir. Bu mütevazi çalışmanın muhtevâsı son derece özet ve sathîdir. Daha derinlemesine araştırma yapmak isteyenleri okyanuslar kadar geniş akademik makale ve kitap beklemektedir.

Not: Üniversitelerde ve Türkçe akademik kaynaklarda bazı mefhumların “uydurukça” şekilleri iyice yerleşmiş olduğundan, [nefret edilerek ve tiksinilerek] mecburen istifade edilmiştir.

Entegrasyon ve bütünleşme teorilerini genel hatlarıyla şu şekilde hülâsâ edilebilir:

1970’li yıllardan önceki entegrasyon teorileri ulus-devletlerin bütünleşme sürecinin açıklanması ile ilgilidir: (1) Federalizm, (2) işlevselcilik (functionalism) ve  (3)işlemselcilik (transactionalism) en öne çıkanlardır.

Federalist ve işlevselcilik yaklaşımlar, daha çok “Avrupa Birleşik Devletleri” oluşturulması şeklindeki tekliflerle Avrupa birleşme modelleri üzerinde durmuşlardır. Fedaralizm yaklaşımında güçlü bir Avrupa temsilciler meclisi kurarak Avrupa devletler federasyonunun kurulması hedeflenirken; işlevselcilik yaklaşımında ekonomik ve sosyal politikalarda pragmatik, rasyonel, esnek ve teknokratik yönetime ihtiyaç duyulduğu varsayımıyla uluslararası kurumların oluşturulacağı ifade edilmiştir.

İşlevselcilik yaklaşımı, ayrı politik üniteler olan devletlerin aralarındaki “işlemler” arttıkça toplumların da buna göre şekillenmeye başladığına teksif eder araştırmasını. Gruplar arasındaki ve grup içindeki işlemlerin sıklığına bakarak fertler arasındaki topluluk oluşturma eğilimini inceler. Başarılı bir bütünleşme için şümullü/bütünsel bir toplum hissinin uyandırılmasının mühim olduğu belirtir ve bazı ortak değerlerin paylaşılması ve aralarındaki haberleşme ve işlemlerin artırılması gerektiği vurgular. Devletler arasındaki haberleşme seviyesinin, özellikle sosyal, ekonomik, kültürel ve politik bağların çeşitli devletlerin bir araya gelerek topluluk oluşturmaları ile bağlantılı olduğu varsayar.

Bütünleşme sürecinin analizi ile ilgili 1980’lerdeki yaklaşımlara baktığımızda, iki rasyonel teorik yaklaşımın tartışmaları yönlendirdiği görülmüştür: Fonksiyonalizm (Functionalism): David Mitrany tarafından geliştirilmiştir. Temel argümanı, işlevsel ihtiyaçların milli hudutların ötesinde çözümler gerektirdiği ve bunun entegrasyonu teşvik edeceğidir. Pratik işbirlikleri (örneğin, enerji veya ulaştırma sahalarında) bir “yayılma ” (spillover effect) meydana getirdiği ve daha geniş bütünleşmelere yol açtığını ileri sürer. Neofonksiyonalizm (Neofunctionalism): Ernst B. Haas’ın çalışmalarıyla geliştirdiği bu teori ekonomik entegrasyonun politik bütünleşmeye yol açabileceğini savunur. Bir sahadaki işbirliği diğer sektörlere sirayet eder ve bu yayılma/dağlım belli mekanizmalar müvacehesinde yayılarak; bir sahadaki bütünleşmeden diğer alanlara yayılır. Liberal Hükümetlerarasıcılık (Liberal Intergovernmentalism): Kurucusu Andrew Moravcsik’tir. Özetle, bütünleşmenin devletlerarası müzakerelerle ve siyasiler eliyle mümkün olduğunu ileri sürer.

Avrupa Birliği’nin teşekkülünde “yayılma” (spillover effect) fevkalade tesirli bir rol oynamıştır. Almanya ve Fransa Alsas-Loren’deki madenlerin çıkarılmasında işbirliği yaptılar. Mevzubahis işbirliği Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu oldu ve başka sahalara “yayılma” göstererek gelişti ve nihayetinde bugünkü Avrupa Birliği zuhur etmiş oldu.

Sosyolojik bütünleşme teorileri içinde Sistem Teorisi (Systems Theory) öne çıkar: Talcott Parsons’un Sistem Teorisi toplumu bir sistem olarak görür ve bu sistemin farklı fonksiyonel alt sistemlerden (ekonomik, politik, kültürel, ailevi, vb.) müteşekkil olduğunu ifade eder. Bütünleşme bir sistemin sürdürülebilirliği için kritik öneme sahiptir. Toplumdaki normlar, değerler ve kurallar, fertleri bir arada tutan unsurlar olarak bütünleşmeyi destekler.

Niklas Luhmann’ın Sistem Teorisi ise toplumu “otopoietik” (kendi kendini üreten) bir sistem olarak tanımlar. Ona göre, toplumsal sistemler çevrelerinden farklılaşmış bir yapıdadır ve varlıklarını sürdürebilmek için sürekli olarak iletişim üretirler. İletişim, sistemin temel birimidir. Alt sistemler (hukuk, ekonomi, politika, vb.) kendi işlevsel mantıklarına göre çalışır ve “kendi kendine referans” (self-referentiality) prensibine dayanır.

Luhmann’a göre, modern toplumda entegrasyon, sistemlerin birbirine bağımlılığı yoluyla gerçekleşir. Ancak bu süreçte her sistem kendi sınırlarını ve işlevlerini korur. Mesela ekonomik sistem piyasa mekanizmalarına göre çalışırken, hukukî sistem normatif düzenlemelere dayanır. Bu ayrışma, entegrasyonu güçlendiren bir işbölümüdür ona göre. Alt sistemler arası bağlantılar, toplumsal düzeni sağlayan bir ağ oluşturur. Luhmann, modern toplumların giderek daha karmaşık hale geldiğini ve entegrasyonun bu karmaşıklığın yönetilmesine bağlı olduğunu savunur.

Sosyal teori başlığı altında mülahaza edilebilecek bir diğer yaklaşım olan Jürgen Habermas’ın İletişimsel Eylem Teorisi, toplumsal bütünleşmeyi iletişimsel rasyonalite çerçevesinde açıklar: Toplumlar, iletişim ve diyalog yoluyla ortak bir anlayış ve bütünleşme sağlayabilirler tezini savunur.

Bütünleşmeyi “Küreselleşme” başlığı altında açıklayan zikre şâyân iki teori var:  (1) Küreselleşme ve Bölgeselcilik ile (2) Immanuel Wallerstein’in Dünya Sistemleri Teorisi. Bu teorilerden ilki küresel eğilimlerin bölgesel işbirliğine veya çatışmaya yol açabileceğini ileri sürer. Kendisi bir neo-Marksist olan Wallerstein ise dünya ekonomisini çekirdek (core), yarı-çevre (semi-periphery), ve çevre (periphery) olarak üçe ayırır. Bu sistemde entegrasyon süreçleri, çekirdek ülkeler lehine işler. Bu teori uluslararası sistemde çevredekiler aleyhine bir sömürü düzeni olduğunu ileri sürer.

Bunların yanında bir de Ekonomik Entegrasyon Teorileri vardır: Gümrük Birliği Teorisi (Customs Union Theory), Optimum Para Alanı Teorisi (Optimum Currency Area Theory) zikredilebilir iki teoridir.

Bütünleşmeye katkı sağlayan psikolojik ve kültürel yaklaşımların başında, Sosyal Kimlik Teorisi (Social Identity Theory) ve Kültürel Boyutlar Teorisi yer almaktadır.

1980’lere kadar sosyal bilimler (ve uluslararası ilişkiler) daha çok pozitivist prensiplerin döşediği raylar üzerinde hareket ediyordu. Sosyal bilimler, aynen tabiat bilimlerinde olduğu gibi ampirik epistemolojiye, yani davranışsalcı yaklaşıma dayanan teoriler geliştirmeye çalışılmıştı. Pozitivizm sonrası dönem olarak ön plana çıkan son yirmi yıldan beri bu durum sorgulanmaktadır ve objektif sosyal bilim olmadığı söylenmektedir.

1990’lı yıllardan itibaren, özellikle Avrupa’da meydana gelen bütünleşmenin yalnızca rasyonel (pozitivist) teoriler ile açıklamak mümkün olmadığı görülmüş ve bütünleşme çalışmalarına inşacılık ve sosyal-kuantum da dahil olmuştur. Bu sebeple, söz konusu rasyonalist görüşler 1990’ların başından beri gerçeğin sosyal olarak inşa edildiğini savunan görüşlerce ciddi mânâda sorgulanmakta ve eleştirilmektedir.

Realizmin savunucuları devlet menfaatlerinin uluslararası normlar ile kısıtlandığını savunmaktadırlar.

Buna karşılık sosyal inşacı yaklaşım normların ulusal aktörlerin kimliğini şekillendirdiğini ve çıkarların şekillenmesinde yardımcı olduğunu söyler. Anarşi, egemenlik, politik menfaatler ve kimlikler sosyal olarak yapılandırılır ve zaman içinde değişime uğrar. Uluslararası ilişkiler tercihlerinde ve gerçekliğinin şekillenmesinde fikirler ve kültür önemlidir. Çıkarlar sübjektiftir ve değişen kimlikler ile ilişkilidir.

Söyleminin (discourse) bölgesel inşa sürecinde harici bir faktör olarak kullanıldığı ileri sürülmüştür. Beyân/söylemin, bölgesel bazdaki politikalara meşruiyet kazandıracak şekilde ciddi bir unsur olarak kullanılabileceği varsayılmaktadır.

Günümüzde, devletlerin bütünleşmesi sürecinde, uluslararası işbirliğinin özellikle sosyolojik, teorik ve sosyo-psikolojik analizi önem kazanmıştır. Bilhassa uluslararası hareketlerin, uluslararası örgütlerin ve bürokrasilerin millî karar alma süreçlerine tesiri, uluslararası etkileşim ve iletişim süreçleri bağlamında yeni normların ve ortak çıkarların öğrenilmesi veya aktörlerin ikna edilmesi veya sosyalleşmesi araştırılmaktadır. Bu çerçevede, uluslararası bilimsel müesseselerin veya toplulukların sağladığı bilginin belli konularda veya sahalarda devletlerarası işbirliğinin şekillenmesinde önemli katkısı olduğu görülmektedir. Bu işbirliği özellikle devlet adamlarının öğrenmesi veya ikna edilmesi gibi ‘idrakte değişim’ (cognitive change) süreçlerine vurgu ile açıklanmaktadır.

Bütünleşme ile ilgili çalışmalar, daha çok Avrupa’daki bütünleşme süreci ve Avrupa Birliğindeki bütünleşme üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak ortaya çıkan teorik tecrübe ve çalışmalar genel mânâda bütünleşme konusunda kullanılabilecektir.

Christiansen, Jorgensen ve Wiener’e göre, Avrupa bütünleşmesinin Avrupa devletleri üzerinde dönüştürücü bir etki yapmıştır. Avrupa Birliği, entegrasyon sürecinin bizatihi kendisi, üye devletler, aktörlerin kimlik, çıkar ve davranışlarında değişiklikler meydana gelmiştir.

Bütünleşme, politik ve sosyolojik sahadaki uzun vadeli değişimin ifadesidir. Sosyal ontolojilerin değişime maruz kaldığı bir değişim sürecinin incelenmesi sırasında, bu söz konusu ontolojileri problematize edemeyen teorik yaklaşımlar yetersiz kalacaklardır.

Bütünleşme çalışmalarının önündeki en önemli konulardan biri olan siyasetin şekillenmesi (polity formation) hususudur. İnşacılık, sosyal ontolojiler hakkında doğrudan sorular yönelterek siyasi söylem; lisanın önemi; kurallar, normların tesiri ve kimliklerin yeniden-inşası gibi konuları mercek altına almaktadır.

Avrupa bütünleşmesindeki inşacı/kurucu (constructive) güç, öznelerarası (intersubjective) fenomenler ve sosyal bağlam (social context) gibi hususlar/vakıalar sürecin iyi anlaşılmasında kilit rol oynamaktadır.

Realist paradigmanın hükümferma olduğu İkinci Dünya Savaşı sonrasında, gelişen haberleşme ve ulaşım imkânları aktörlerarası karşılıklı etkileşimini hızlandırmış ve kolektif kimliklerin kurulmasıyla ‘plüralist güvenlik toplumlarının’ ortaya çıkması üzerinde durulmaya başlanmıştır. Kolektif kimlik teşekkülü süreçlerine bağlı olarak güvenlik ihtilafların aşılabileceği uluslararası kültürel yapılarla ilgili çalışmalar ortaya çıkmıştır. Böylece, ‘güvenlik toplumlarının’ sosyal inşası önemli bir çalışma alanı oluşturmuştur. Belli normları paylaşan ve ortak bir kimlik geliştiren devletler anlaşmazlıklarını askeri güç kullanmadan çözüme kavuşturmakta ve ortak güvenlik politikaları izlemektedir.

[Bu noktada, “demokrasiler savaşmazlar” söylemi, WASP devletler arasındaki yakın münasebet, Batılı devletlerin Batılı olmayanlar karşısındaki tutumları, NATO… vb misaller hatırlanmalıdır.]

Devlet üstü örgütler da devletlerin sosyal inşasına katkı sağlamaktadır. Çünkü devletleri belli değerleri, normları ve kurumları paylaşan sosyal varlıklar olarak görür ve ‘uluslararası toplumun’ bir parçası olarak ele alır.

Milletler arası münasebetlerde ortak tarih, halklar arasındaki ve kültürel cihet ortak değerlerin teşekkülünde mühim rol oynar.

Güvenlik noktasından ele alındığında, tehdit algısı ve güvenlik ihtiyacı ile bütünleşme arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur. Mesela AB bütünleşme sürecindeki güvenlik kaygıları önemli rol oynamıştır. Sivil vatandaşlar, sosyal gruplar ve halklar arasında canlı ve faal münasebet varsa çoğu zaman tehdit-savunma kısır döngüsünün kırılabilmektedir (securitisation yerine desecuritisation). Güvenlikle ilgili olguların/vakıaların toplumsal alana (public sphere) çekilmesi karşı tedbir alınması gereken tehdit algılamalarının yok edilmesine katkı sağlayacaktır.

Bir bütünleşme sürecinde, eğer üyeler arasında savaş olma ihtimali tamamen ortadan kalkmışsa, devletlerin ‘güvenlik toplumuna’ ulaşacağı varsayılmıştır. Siyasi karar verme sürecinde başlıca değerlerin uyuşması, çatışmaya gitmeden politik grupların birbirlerinin ihtiyaçlarına uygun cevap verme imkanları ve davranışların karşılıklı tahmin edilebilirliği önem kazanmaktadır. Güvenlik toplumu sosyal olarak yapılandırılır ve bu toplumun oluşmasında paylaşılan ortak değerler ve kimlik çok önemlidir.

Son on yılda sosyal-kuantumun dolanıklık (entanglement), holism, bağlamsallık (contextuality), belirsizlik (uncertainty) ve benzeri prensipler çerçevesinde sosyal bilimler tamamıyla yeniden ele alınmaktadır. Bu makalenin yazarı bu hususta doktora tez çalışması sürdürmektedir. İlgili doktora çalışmasının teorik arka planı sosyal-kuwantum teorinin uygulandığı örnek-olay (case) ise Türkistan Birliği mevzuudur.

Bu makaleyi aşağıdaki muhtevâ ile birlikte okumanızı tavsiye ederiz:

Türkistan nedir, ne değildir?

Türkistan: Vatan neresidir?
Türkistan Birliği’ni nasıl inşa edersiniz?
Türkistan: İttihâd ve Terakkî
Türkistan: Algı neden önemli?
Türkistan Destanı (Şiir)
Kırım Türküsü (Şiir)

Türkistan hakkında detaylı malumat için: Türkistan Birliği websayfasını ziyaret edebilirsiniz: TurkistanBirligi.com

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Kaynaklar

Niklas Luhmann ve Talcott Parsons’un Sistem Teorileri ile ilgili literatürde sayılamayacak kadar çok kaynak vardır. Luhmann’ın Introduction to Systems Theory ve Parsons’un The Social System kitapları güzel bir başlangıç olacaktır.

Neo-Marksist’lerin günümüz dünya düzeni hakkındaki değerlendirmelerini anlamak için Immanuel Wallerstein üzerine ciddi bir araştırma yapmak icap eder. Bu sahada üç-beş kaynak ismi zikretmek yetersiz olur. World-Systems Theory ışığında dünya tarihi ve sosyal dönüşümü incelemek yararlı bir başlangıç olabilir. Dünyadaki sistemin anlaşılmasında son derece faydalı fakat çözüm teklifi noktasında bir o kadar zayıf olduğu görülecektir.

Busemeyer, J. R.; Bruza, P. (2012). Quantum Models of Cognition and Decision. Cambridge University Press.
Wendt, A. (2015). Quantum Mind and Social Science: Unifying Physical and Social Ontology. Cambridge University Press.

Thomas Diez ve Antje Wiener, “Introducing the Mosaic of Integration Theory: Its Past, Present and Future”, EUSA 8th Biennial International Conference’e sunulan çalışma, Mart 27-29 Mart 2003, TN, Panel 8H.

Wiener, A., Diez, T., Diez, T., & Wiener, A. (2004). Introducing the Mosaic of Integration Theory. In European Integration Theory

Nilüfer Karacasulu, “Avrupa Entegrasyon Kuramları ve Sosyal İnşaacı Yaklaşım,Uluslararası Hukuk ve Politika, 82-100.

Thomas Christiansen, Kund Erik Jorgensen ve Antje Wiener, “The Social Construction of Europe”, Journal of European Public Policy, 1999 – 6(4): 528-544

Mustafa  Küçük, 2009Uluslararası İlişkiler Kuramında “Konstrüktivist Dönüşü” Anlamak, Ege Akademik Baki(Ege Academic Review) 9(2):771-771

Emanuel Adler ve Michael Barnett, ‘Security Communities in Theoretical Perspective’, Security Communities, Emanuel Adler ve Michael Barnett (der), (1998), s. 3-28.

Donoghue, C. O. (2010). [Review of Security Through Integration? The Role of Security in the Enlargements of the European Union, by T. PALOSAARI]. Perspectives, 18(1), 91–94. http://www.jstor.org/stable/23616081

Ginsberg, Roy H. 2010. Demystifying the European Union the Enduring Logic of Regional Integration / Roy H. Ginsberg. 2nd ed. Lanham, Md: Rowman & Littlefield Publishers.

Necip YILDIRIM

Polyglot. Yazar. Şair. Müteşebbis. Uluslararası İlişkiler. Psikoloji. Kuantum. Edebiyat. Yolcu. Ressam. Hattat. Baba.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu