Bu kitap Sovyet Rusya’sında yıllar sonra yaşanmış bir müstesna hadiseyi anlatıyor. Bu istisna, bir adamın 25 yıl boyunca çektiği ızdıraplar neticesinde ve bitmek bilmeyen hayat mücadelesi sayesinde meydana geliyor. Bu adamın ismi Şevki Bektöre’dir. Kendisi bu kitapta 1918 ile 1956 yılları arasında Rusya’da mevcut bulunan Sovyet diktasının gerçek yüzünü ve hayat hikayesini kalpleri burkacak şekilde anlatıyor.
Mart 1918’de, Şevki Bektöre ailesi ile İstanbul’dan ayrıldılar. Gemi vasıtası ile Kırım’a gidiyorlardı. Şevki Bektöre’nin gayesi Çarlık Rusya vaktinde maddi ve manevi tahribata uğramış Kırım Türklerine kaybettiklerini yani milli şuurlarını geri kazandırmaktı. O dönemde ise Kırım daha doğrusu bütün Rusya birinci cihan harbinin tahribatlarını taşıyordu. Bundan sebep devlet idaresi gayet sıkıydı. Vergi oranları onda dörde hatta kimi yerlerde onda altıya çıkmıştı. Bu sırada devlet sadece vergilerden dolayı kendisine nefret duyan halkla uğraşmıyordu. Aynı zamanda isyancı Bolşeviklerle de uğraşıyordu. Belli bir müddet sonra devlet otoritesi bünyesindeki bu yaraları saramadığı için Kızıl Orduya mağlup oldu ve devlet idaresi Bolşeviklerin eline geçti.
Bolşevikleri temsil eden Lenin, Proletarya Diktatörlüğünü kurmak için bütün birimleriyle hemen harekete geçti. Kendi ideolojisinde din ve (vicdan, namus ve ahlak gibi) dine ait mefhumların hiçbiri olmadığı için Rusya topraklarında bir din mensubu kimse ideoloji muhalifi olarak görülüyordu ve bu kimseler sindirilmeye başlanmıştı. Bu sindirme hareketi Rus topraklarındaki milletlere hem fiziken hem de ruhen zarar veriyordu. Misal olarak “Daloy Stid (Yok olsun Haya)” hadisesi verilebilir. Bu hadise biri erkek biri kız olmak üzere iki üryanın sokaklarda dolaşması ve bu ahlaksızlığa karşı Müslümanları ve Hristiyanları galeyana gelmesi ile cereyan etti. GPU birlikleri sözde mevzunun büyümemesi namına silahlarını konuşturdu ve birçok kişi öldürüldü. İşte bunun gibi haince tertipler halkın manevi direncini kırıyordu.
Sadece bu kadar da değil. Yeni Sovyet idaresi kendi müfredatını okutmak için “İleri Sürmek” isimli programı tatbik ediyorlardı. Bu hareket kısaca iki başı olduğunu zanneden cahil kimselerin muallim olarak talebelerin tedrisatından mesul tutulmasıydı. Böyle muallimlerle cahil ve istikbalde komünizm militanı olacak bir nesil yetişiyordu. Bu sırada Lenin’in ölüp yerine Stalin’in mevcut tahribatın derecesini biraz daha artırdı. Artık GPU ajanları ideoloji muhaliflerini tek tek ortadan kaldırıyordu. Hatta Bektöre muallim arkadaşlarından birinin neredeyse göz göre göre bir GPU ajanına dönüştüğüne şahit oldu. GPU ajanlarından birinin her an aralarında olma ihtimali içtimai hayatta kimsenin kimseye güvenmemesine sebep oldu. Çünkü bir kişinin ideoloji muhalifi olduğuna en ufak bir söz, hareket ve belki bir ima GPU ajanları için ihbar sebebiydi. İhbar edilen bu kişiler, bir davet vasıtasıyla veya GPU kuvvetlerinin yakalamasıyla tevkif edilir ve en iyi ihtimal hapse girebilirdi.
Bektöre ailesi ideoloji muhalifi hiçbir harekette bulunmasa da Şevki Bektöre’nin Türk edebiyatı muallimi olması onu esas şüpheliler listesine sokmaya yetiyordu. Bir gün evine GPU’nun daveti gelmişti. Yolun sonuna geldiğini düşünüyordu. İçinde az da olsa tevkif edilmeyeceğine dair bir ümit de yok değildir. Fakat kendisini bir daha yuvasına geri dönmeyecekmiş gibi ailesi ve arkadaşları ile vedalaştı. Sonra GPU’nun taştan ve ruhsuz karargahına gider ve nezarete alınır.
Nezarete alınan Bektöre’nin aklında tek bir sual vardı: kurşuna dizilecek miyim? Birkaç gün sonra sorgu için çağrıldı. Kendisi Türkmenistan’da komünizm muhalifi bir teşkilatın kurucu üyesi olmakla itham ediliyordu. Halbuki Bektöre’nin böyle bir teşkilattan haberi dahi yoktur. GPU’nun siyaseti insanları işlemediği suçları itiraf etmeye mecbur etmek ve itiraf ettiği vakit kurşuna dizmekti. İşte Bektöre de bunu tahmin ettiği için GPU ne teklifle gelirse gelsin bu itirafları kabul etmemekte ısrarcıydı. Sorgu amirleri Bektöre’den istedikleri cevabı alamayınca onu uzun bir müddet daha nezarethanede tuttular. Tabii ki nezaret müddetince Bektöre’ye yapılmadık psikolojik işkence bırakmadılar. En son kendisini oturmaya dahi yer olmayan 20 kişilik umumi bir hücreye attılar. Orası Bektöre’yi lazımlığın üzerine oturmaya mecbur edecek kadar dar bir yerdi.
Umumi hücreler genelde mahkumlar için son durak oluyordu. Bu hücreden alınanların infaza götürülmesi pek muhtemeldi. Bektöre de heyecan ile korku karışık bir şekilde günlerdir bekliyordu. Dışarıyı da görmediği için zaman mefhumunu yitirmişti. En sonunda akıbetinin muğlak olması ona ızdırap vermeye başlamıştı. Bu ızdıraba daha fazla dayanamayan Bektöre açlık grevine başladı. Birkaç gün sonra GPU askerleri vaziyeti fark ettiler ve onu direkt sorgu amirine götürdüler. Bektöre sorgu amirine resmi kayıtlarda akıbeti hakkında ne yazdığını sordu.
Sorgu amiri de resmi kağıtlara baktı ve alaycı ve küçümseyici bir tavırla 10 seneye kadar kamp mahkûmu olduğunu söyledi. Bektöre rahatlamıştı gerçekten. Bir insan mahkûm olacağını öğrenince nasıl rahatlayabilirdi? İşte o zaman ve zeminde kamp mahkûmu olmak ne büyük talihti.
Kamp ise başka bir mahrumiyet yuvasıydı. Orada sistem “ne kadar ekmek o kadar köfte” sözüne dayanıyordu. Yani ağır işte çalışan biri daha çok yemek alırken hafif işlerde çalışan biri daha az yemek alabiliyordu. Kamplarda tam manasıyla sadece karın tokluğuna çalışılıyordu. Mahkumlar yaptıkları iş için para almıyorlardı. Emeğine bu kadar değer verilen kimselerin kendisine değer verilmesi beklenemezdi. Zaten verilmiyordu da… Kamp şartları ahır ortamını aratmıyordu. Salgın olduğu vakitler günde 25-30 kişi ölüyordu. Böyle bir vaziyete dehşetli bir hadiseye nazarıyla bakılmıyordu. Çünkü insanın kıymeti yoktu. Kamptan giden birinin yerini doldurmak hiç zor bir şey değildi.
Mahkumlar için içeride ve dışarıda meydana gelen hadiseler esas meşgale kaynağıydı. İçerideki hadiseler kulaktan kulağa yayılmak suretiyle herkese kolaylıkla ulaşıyordu. Dışarıdaki hadiseler de genel de yeni gelen mahkumlardan öğrenilirdi. O sıralar ikinci cihan harbi başlamıştı. Herkes Almanya’nın toprakları bütün bütün bünyesine katan gücünü konuşuyordu. Hatta halk Almanya’ya Bolşeviklerin zulmünü bitirebilecek bir ümit gözüyle bakıyorlardı. Harp gerçekten şiddetliydi. Devlet idaresi böylesi bir harpte harp kaçaklarını bile değerlendirmek zorundaydı. Bundan sebep “Cezalılar Ordusu” isminde yeni bir birlik kuruldu.
Bu birlikte harp kaçakları ve bazı ideoloji muhalifleri cephenin en ilerisine sürülüyordu. Fakat belli bir müddet sonra bu ceza caydırıcı olmamaya başladı. Çünkü cepheye giden asker de ölüyordu, cepheden kaçan da. Devlet idaresi askerdeki bu isteksizliği fark etti. Bundan sebep stratejisini değiştirerek harbe katılanların devlet nişanıyla ödüllendirileceğine ve bazı imtiyazlar verileceğine dair vaatler verildi. Suçlular ise suçlarından beraat edebileceklerdi. Bu vaatler ile kamplardan cepheye giden mahkumlar oldu. Nihayet 5 Mayıs 1945’te harp bitmişti. Almanya bozguna uğramıştı. Bu sırada bir senedir harp bahanesiyle beraati ertelenen Bektöre sabırsızlıkla on seneyi aşan kamp mahkumiyetinin bitmesini bekliyordu.
Nihayet bitmişti! Milletine hizmet etmekten alıkoyan ve ailesini görmekten mahrum eden o zulüm pençeleri arasından kurtulmuştu. Bektöre hayata yeniden karışmış olmanın sevincini yaşıyordu. Henüz pasaportu olmadığı için istediği yere gidemiyordu. Kamptan tahliyesini veren memur onu Yeniyol kasabasına yollamıştı. Bektöre kasabaya varınca ikinci dünya harbiyle alakalı bir konferans verileceğini öğrendi. Konferansı sunan kişi Stalin’i övgü ile çokça bahsettikten sonra Berlin Fatihi lakaplı Mareşal Jukov’dan da bahsetti. Halkın bu iki şahsa gösterdikleri alaka dereceleri gözlerden kaçmıyordu. Onlar Stalin’e bir zalim ve korkak nazarıyla bakarken Jukov’a gerçek bir kahraman nazarıyla bakıyorlardı. Çünkü Stalin Moskova’dan kaçtığı vakit, Jukov pes etmeyerek Almanlara karşı savaştı ve harbi kazanmıştı. Ona gösterilen bu fazla ilgi parti mensuplarından bazılarını rahatsız etmiş olacak ki önce meydanlardan Jukov’un posteri kaldırıldı. Sonra da kendisinden bahsedilmez oldu. İşte kendi öz evlatlarını toprağa diri diri gömen bir rejim. Bektöre de Yeniyol kasabasında fazla kalamamıştı. Çünkü devlet bazı eski ideoloji muhaliflerini tekrar sürgüne göndereceğini duyurdu. Bu suçlular arasında “tehlikeli eleman” olması sebebiyle Bektöre de vardı. 26 Mart 1949 senesinde müebbet olarak Sibirya’ya sürüldü.
Sibirya, soğukların memleketiydi. Burada yaşayan insanlar evlerini çam ağaçlarından yaparlardı. Genelde balık ve patates ile beslenirlerdi. Orada ekonomik cihetten hayat şartları da ağırdı. Bektöre oradaki insanların halinde şöyle bahsediyordu: Hatta kilosu 2 ruble 80 kapik bir kilo çamur gibi kara ekmek alabilmek için kuyrukta 10-15 saat beklemek, bu uzun bekleyişten sonra da eve ekmeksiz dönmek korkusu ile çırpınmaktaydı. Sibirya’da hayat; uyumak, çalışmak ve kuyrukta beklemek diye tarif edilebilirdi. Bektöre’nin de hayatı tam da bu şekilde geçiyordu. Çok çalışıyor ama karnını zor doyuruyordu. Ara sıra da Türkiye’ye gönderdiği ailesine de mektup yazıyordu. Aylardır gönderdiği mektuplara cevap gelmesini bekliyordu. Kim bilir belki mektuplar gitmiyordu.
Rusya’da bir de Kolhoz diye bir müessese vardı. Bu müessese, devletin orta halli çiftçilerin arazilerine konarak oluşturduğu kollektif çiftliklerdi. Bir gün Bektöre ve birkaç arkadaşı 3-4 günlüğüne Kolhoz’a gönderildiler. Orada yaşlı Hristiyan bir kadının evine misafir oldular. Kolhoz’un gerçek yüzünü de bu kadından öğrendiler. Bu müessese, insanın emeğini sömüren, emeğinin karşılığında vergilerle küçültülmüş bir miktar para aldığın ve hatta bazen borçlu çıktığın yerlerdi. Bu yaşlı kadın harpte erini kaybetmişti. Yalnız başına üç çocuğuna bakıyordu. Kışın keseceği domuzdan elde edeceği eti yemek veya bu eti satıp çocuklarına valinki (keçe çizme) almak arasında bir tercih yapmaya mecburdu. O zamanlar, barınacak evinin, yiyecek yemeğinin ve soğuktan koruyacak kıyafetinin olması lükstü. Sadece Sibirya’da değil bütün Rusya’da insanlar iç burkan hayatlar yaşıyorlardı.
Hayat böyle sürüp giderken bir gün radyoda Enternasyonal çalmaya başladı. Halka Stalin’in ölümü haber verilmişti. Herkes heyecanlıydı. Acaba Stalin yerine kim geçecek ve nasıl muamelede bulunacaktı. Rusya’nın siyasi arenasında birçok kavgalar cereyan etti. Bu komünist partide kimsenin kimseye güveni yoktu ve olamazdı. Çünkü parti, atadığı memurlarını dahi birbirlerini ihbar etmesiyle denetliyordu. Herkesin herkese karşı muhbirlik yapıyor olması yüzünden partide güven diye bir mefhum yoktu. Bahsi geçen siyasi kavgalardan galip çıkan isim Malenkov’du. Başkanlığa geçen Malenkov, Sovyet hükümetinin politikalarını değiştirdi. Halka ve hür dünya milletlerine karşı gösteriş yapmak için 1954 yılının mart ayında umumi af ilan edildi. Bektöre de bu aftan yararlandı. Hemen Türkiye’ye gitmek için başvursa da bu başvurusu kabul olmadı. Artık Bektöre’nin vatanına ve ailesine kavuşma ümidi azalıyordu. Çünkü 5 senedir yazmış olduğu mektuplarına da cevap gelmemişti.
Bir gün eve geldiği vakit yerde bir mektup gördü. Gözleri yaşarmıştı Bektöre’nin. Bu mektup memleketi kokuyordu. Aldı o mektubu yüzüne gözüne sürdü. Yıllarca hasretinin burnunda tüttüğü memleketinden ve ailesinden mektup gelmişti. Yıllarca çektiği acılar bir nebze dinmişti. İhtiyarın üzerindeki yılların yorgunluğu bir anda kaybolmuştu sanki. Sonra ailesi ile mektuplaşmalar devam etti. Türkiye’nin dışişleri bakanlığı ile Moskova’daki Türk elçiliği harekete geçmişti. Rusya’da bürokrasi yavaş olduğu için bu işler aylar sürmüştü. Ama o şartlara göre yine de iyi bir süreydi. Artık gidiyordu. Memleketine ve hasretini çektiği ailesinin yanına gidiyordu. Bektöre’yi tanıyan herkes onu tebrik ediyordu. Çünkü Demirperde’nin dışına çıkan ve bir Batı Bloğu ülkesine giden ilk kişiydi. Bu bir istisnai hadiseydi. İstanbul’a biletini almıştı. Yolda ihtiyarlığı sebebiyle rahatsızlansa da İstanbul’a varmıştı. Havalimanında hanımıyla ve çocuklarıyla kucaklaşmıştı. 25 senedir bu anı bekliyordu. Yılların ayrılık acısı göz yaşlarıyla teskin olmuştu.
Bu hülasayı Karacaoğlan’dan bir kıtayla bitirmek istiyorum:
Gurbet eli bizim için yaptılar.
Çatısını pek muntazam çaktılar.
Ölüm ilen ayrılığı tarttılar.
Elli dirhem fazla geldi ayrılık.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Yürek parçalayan yazı. Sonunu getiremedim. Allah zulüm altındaki krdeşlerimize yardım etsin.