Yılbaşı ve Noel ikisi birbirinden farklı aynı zamanda iç içe geçmiş birer kutlamadır. Aralarındaki farkı kısaca anlatacak olursak; Noel, Hristiyan alemine Doğu Roma putperestliğiyle sonradan giren kendilerince kutsal bir gündür. Zaten, Hristiyan aleminin kendi içlerinde böyle bir günün olmadığını, sonradan uydurulduğunu dile getiren din adamları da az değildir. Neyse… Dedik ya, kendi iç meseleleri bunlar… Yılbaşı ise, yeni bir seneye girilmesiyle beklentilerin, hayırlar getirmesi temennisi ile tebriklerin sunulduğu bir gün olabilir sadece. Zaten Noel olarak kutlama yapanlara diyecek bir sözümüz yok, onlar hakkındaki İslamiyet’in hükmünü, alimlerimiz uzun uzadıya vesikalarla bildirmekte. Biz ise konuyu fıkhi yönünden ziyade sosyoekonomik ve kültürel yönüyle değerlendirmeye çalışacağız.
Son yüzyıla baktığımızda “Yılbaşı” veya “Yeni yıl” kutlamalarında bizim Müslüman kardeşlerimizin aşırılığı, Hristiyan alemini bile kıskandıracak hale getirdi. Tabi bu duruma en başta sevinen kapitalizm…
Sermayecilik olarak da adlandırılan kapitalizmin; din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın birleştiği yegâne ortak nokta paradır. “Para gelsin de, nasıl olursa olsun!” mantığıyla hareket eder. Toplumun neye inandığını umursamayan; kutlamalar ve harcamalar devam ettikçe var olan sistemdir. Güzel dinimiz İslamiyet ise; ölçülü yaşamayı, israf etmemeyi, çalışmayı, paylaşmayı, hediyeleşmeyi daha birçok güzel haslet ve ahlakı beğenmekte, tavsiye veya emir etmektedir. İşte bu yüzden, kapitalizm ve sonunda ne kadar ‘..izm’ ile biten akım, sistem varsa; İslamiyet bu sömürücülerin önünde aşılmaz bir engel idi. Aşılmaz dedik ama meğer aşılıyormuş bu engel. Nasıl mı? Tabi ki de dinimizden, manevi değerlerimizden uzaklaştırarak… Yoksa tonlarca içki nasıl içirilir, otel ve eğlence mekanları nasıl doldurulur, medya reytingleri nasıl artırılabilirdi? Daha nice sektörün ayakta kalabilmesi için işte bu özel ve kutsal sayılan günlerin devam etmesi, hatta artarak devam etmesi lazımdır. Hele Kurban Bayramı’nda hayvan hakları diye ortaya çıkanların ve iki ağaç için ortalığı yakıp yıkanların, katledilen çam ağaçları için sessiz kalması ise ayrı bir konu…
İşte bu sisteme adapte olma çalışmalarından biri de maalesef okullarda yapılıyor. ‘Nasıl olur?’ demeyin! Anlatayım. Geçtiğimiz günlerde ilk okula giden oğlum geldi dedi ki “Baba öğretmen yılbaşı çekilişi yaptı, bana da bir kız arkadaşım çıktı, ona hediye alınacakmış.” Çıldırdım. ‘Eee ne var ki bunda?’ demeyin. Be şekilde zihinleri işgal ediyorlar. Hemen öğretmene mesaj attım “Hocam bu nasıl iştir yılbaşı hediyesi nerden çıktı? Başında milli eğitim olan bir kurumun çalışanısınız. Bizim toplumumuzla dinimizle alakası olmayan bir şeye, çocuklarımızı niye alet oluyorsunuz? Eğer maksat hediyeleşmekse, zaten bunu güzel dinimizle, peygamber efendimizle, İslam alimleriyle anlatabilirdiniz.” diye ama cevap yok. İşte kültür emperyalizmine de örnek teşkil eden bu ve buna benzer olaylar toplumu kendi değerlerinden uzaklaştırıp, batının çürümüş, kokuşmuş sapkınlıklarına, nefse tatlı gelen istek ve arzularına açılan bir kapı değil mi sizce de? Bu özenti ve eğlence düşkünlüğü, ahlaki değerlerimizin kaybı ve toplumun çöküşü demek değil mi?
Buradan batı karşıtı kültürsüz biri gibi gözükmek istemem. Demek istediğim kendi değerlerimizi kaybetmeden veya ters düşmeden bunları almak, kullanmak, hayatımıza geçirmek… Peygamberimiz başka dinde olanların ibadet olarak yaptıkları şeylerde, onlara benzemeyi yasaklamış ama adet olarak yaptıklarında serbest bırakmıştır. Hatta papazların giydiği ayakkabıyı, cübbeyi kullandığı kitaplara geçmiştir.
İşte biz kendimize gelmez, dinimizi doğru bir şekilde öğrenmezsek, başkalarının güzellik diye sunduğu sonu hüsran olan şeylere sarılır, kutlar hale geliriz de haberimiz olmaz.
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.