Hatıra

Zamanında “Zeman” Denirdi

Kıymetli okuyucular, Serâzât’ta bazı arkadaşlarımın yüksek gişelere ulaşmış, ödül almış filmleri tahlil ederek, filmin akışıyla seyircinin fark etmediği veya önemsiz gibi duran sahnelerin ne manalar ihtiva ettiğini ve bu filmleri daha birçok yönleriyle ele aldıkları yazıları görüyorum. Şimdi bendeniz ise, hiç ödül almamış, gişe nedir görmemiş ama herkesin hemen hemen karşılaştığı hayatın akışıyla kaybolan kesitleri sizlerin dikkatinize sunacağım. Benimki de bir tahlil neticede…

Geçenlerde başıma gelen bir hadiseyi anlatacağım sizlere:

Benim ofis köy kahvehanesinin yanında hemen. Rahatça herkesin girip çıktığı umuma açık bir yer gibi benim ofis. Köy kahvehanesi deyip geçmeyin!  Köy kahvehanesi nedir bilir misiniz?  Sanırsınız ki Türkiye buradan yönetiliyor, ne be! dünya buradan yönetiliyor. Yani bu durumda benim ofis, oluyor size oval ofis. İşte oval ofisimde çalışırken, zaten babaları da arkadaşım olan, orta okul çağındaki gençler geldi ziyaretime. Tabii her fırsatta bu gençlere “bana kitap okuyabilir misiniz?” diyerek, akabinde çeşitli ikramlarda bulunarak, bir şeyler öğrenmelerine teşvik ediyorum kendimce. Okumaları için dinimizi çok güzel anlatan kitaplardan biri olan İslam ahlakı kitabından “ana-babaya itaat” faslını açtım koydum önlerine. Tabi sırayla okurken bazı kelimelerle hiç karşılaşmadıklarını görerek açıklama yapıyorum “zembil şudur, teskin etmek şu demektir “gibi. Ama içlerinden bir tanesi sordu “abi zeman ne demek? Gözler açık kimseden cevap yok. Zaman işte oğlum onu da mı idrak edemediniz.” İşte orta okul çağında olan bu gençlerin, bırakın köklü kelimeleri anlamalarını, bir harfin bile değişmesiyle zihinlerindeki tahribatın, kopukluğun nerelere vardığının bu misalde görün. Kitabın yazarı (Zeman, nemaz) gibi kelimeleri kullanarak, bu kelimelerin kökünün nereden geldiğini, islam harflerinde “elif” harfinin “e-a” arası bir sesle okuttuğunu, “ze” harfinin ince bir harf olduğunu, latin alfabesine geçişle bu kelimenin “zaman değil de zeman” şeklinde yazılmasının daha doğru olacağını ve orada yatan köklü bir geçmişi, bağlarımızın nasıl koparıldığını ve ne hale geldiğimizi kavramamızı mı istemişti yoksa.

Zaten alfabe değişikliği ile ecdadımızla, tarihimizle aramıza set çekildiği yetmezmiş gibi, bir de Türkçeleşme gayesi ve modern kelimeler kullanma sevdasıyla arta kalan kırıntılar da yok edilmek mi isteniyor acaba? Eski zemanlarda yaşamış alim, ulema ve fikir adamlarının ilmi, dini, edebi eserlerine yabancılaştırılmamızın amacı, yoksa eski gücümüzün farkına varıp tarihteki misyonumuzu üstlenmemizin önüne geçmek midir?

Kendilerine süper güç dedirtenler; bizim okumamızı, bilmemizi istemedikleri bu eserlerde araştırmalar yapıyor, anekdotlar hazırlıyor, hayatlarına tatbik ederek dünyada muvaffak oluyorlar. Her ne kadar bu eserleri, kıymetli alimlerimiz latin alfabesine çevirip kitaplar yazmış, salih Müslümanlar bunlara sahip çıkıp yaymış, maddi-manevi destek olmuş iseler de; düşmanlar boş durmayıp, güzel Türkçemize suikast yaparak uydurukça kelimeler ile bu kitapların okunmasının, anlaşılmasının önüne geçmek istemişlerdir. Gençlerle iletişimi- irtibatı koparmak, onları oyun, eğlence, sosyal medya, internet gibi şeylerle oyalayıp uyutmak istiyorlar.

İşte dilimize sahip çıkmamızın ehemmiyetinin, geçmişimize ve gençlerimize sahip çıkmak olduğu ortaya çıkıyor. Kelimelerin gücünün farkına varıp, çoğu kavga ve anlaşmazlıkların iletişim hatası kaynaklı olduğunu görüp, his ve fikirleri düzgün ifade edebilmeye çalışmak lazım.  Dildeki cihadın dindeki cihattan bir cephe olduğunu, burada da bir harp verildiğini aklımızdan çıkarmayalım.

Yazımı sonlandırırken merhum Necip Fazıl’ın “Muhasebe” isimli şiirinden şu mısraları nakletmeyi yerinde görüyorum:

….
Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.
Mavalları bastırdı devrim isimli masal.
Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin;
Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin!
Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta!
Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni!
Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!
Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

Adem Demirkıran

Mütefekkir. Müteşebbis. Müşavir. Muallim. Şair.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu