Herkesi yutan bir girdap var. Kimi adım adım, kimi farkına varmadan kapılıp gidiyor. Girdap hep dönüyor, hiç durmuyor. Nerden geldi bu ağır renk, bu ağır hava bir anda? Neden sabah olmadı bugün? Güneş nerde? Bugün doğmayı neden unuttu? Adı ne bu hissin? Keder dedikleri şey bu mu? Kalbim çok kırık. Çok mutsuzum. Kardeşlerim bana bakıyorlar. Olanları onlar da anlamıyorlar. Ben bir anda eriyip akmaya başlıyorum. Yemyeşil bulaşık deterjanından hiçbir farkım yok. Evin salonundan başlayıp bütün odalarına akıyorum. Beni bir arada tutmaya çalışıyorlar ama çoktan dağılmışım.
Kararlı bir yapıda değilim ama beni avuç avuç taşıyorlar. Parmaklarından akıyorum. Kendimi bir arada tutamıyorum. Bir avuç bir avuç daha… Üst üste yığmayı başarıyorlar. Yığdıkça kıvam alıp sertleşiyorum en sonunda da bir buzdağına dönüşüyorum.
Ben artık bir buzdağıyım. Soğuk, kaskatı. Hiçbir şey bana ulaşmıyor. Kelimeler bana çarparak harflerine ayrılıp yerlere saçılıyor. Tamamen kapalıyım. Çekiçlerle kırmaya çalışsalar bile nafile. Buzum. Ve hooop diye buz dağının iç kısmından yeeemyeşil çimenlik bir yere düşüyorum. Onlar buzdan dağı görüyorlar ama içi çok farklı. Güneşli, çimenli ve çiçekli. Meğer buradaymış güneş. İşte burada!
Güneş beni ısıtıp eritiyor. Sahte. Gerçek değil. Ama belki burada bir süre kalabilirim? Biraz dinlenip yürümeye başlıyorum. Bir papatya tarlasına ulaşıyorum. Öyle neşeli öyle canlı ki kendimi bırakıveriyorum. Kuş gibi hafifim papatyaların üzerinde uzanırken. Sahte. Gerçek değil. Sonra papatyalardan taç yapıyorum. Saçlarıma takıyorum. Rüzgârı hissediyorum. Bal gibi biliyorum ama yine de burada kalmak istiyorum.
İki küçük, haylaz ve sevimli sincap görüyorum. Koşturuyorlar. Onları takip etmeye başlıyorum. Önce yavaş sonra hızlı, koştukça koşuyoruz. Ardından toprağı kazmaya başlıyorlar. Toprak aşağı değil, yukarı doğru kazılıyor. Şaşırıyorum. Anlayamadan, beni oyuna getirip dağın dışına çıkarıyorlar.
Dışarda kardeşlerimi, beni beklerken buluyorum. Çok endişeliler. Kaçamamışım. Kaçamam. Ellerinde kıyafetlerim ve pelerinim var. Giymek zorundayım bu hüzün elbisesini. Bir sofra kuruluyor bizi de oraya oturtuyorlar. Kimse konuşmuyor.
Bir kırmızı kurdele geliyor, hepimizin etrafında dolanıyor. Birkaç tur atıyor. Bizi sımsıkı birbirimize bağlıyor.
Bu sofrada bütün yiyecekler donmuş, buz olmuş. Ama yemek zorundayız. Herkes ömründe en az 1 kez, ama erken ama geç, kumaşı hüzünden elbiseyle, bu sofraya otururmuş. Hayatın işleyişi böyleymiş. Anlıyoruz. Birer lokma alıyoruz. Zehir gibi acı. Soğuk ama cayır cayır yanıyoruz yerken. Hem kendimize hem de birbirimize ağlaya ağlaya yutuyoruz lokmalarımızı. Yemek borularımızı yırtarak iniyor lokmalar midelerimize. Ve oturup bekliyor birer yumru halinde. Her yer her şey buz. İstediğin yere kaç. Bundan sonrası hep böyle.
Her şey buzdan kristallerin altında. Neşeler, sevinçler, mutluluklar… Bütün güzel hatıralar buz tutmuş. Aşamazsın soğuğu. Tek gerçek var o da bu acı.
Dokunuyorum kristallere. İçi çok canlı görünse de soğukluğu canımı yakıyor. Gözlerimiz de aynı bakmıyor zaten artık. Her şeyi, koca gri ağır bir hüzün bulutunun ardından görüyoruz.
Elim buza yapışıyor. Çekiyorum var gücümle, bir parçam buzda kalıyor. Asla geri gelmeyecek bir parçam. Bu artık büyümek zorunda olmanın acısı. Bir devrin kapanmasının yası. Bir parça pişmanlık. Her şey daha farklı olabilir miydi? Olamazdı. Bu şekilde yaşandı ve bitti.
Hepimizin hayatına kocaman birer buton ekleniyor. Bir şarkı, bir cümle, bir dua, bir hatıra, bir renk, bir koku, bir ses, bir eksiklik, bir gülüş, bir his, bir sahne ve ağzımızdan çıkıp muhatabını bir daha asla bulamayacak iki hece… O butona basıverecek. Butonla açılan kapının ardınca kocaman bir yara. Hep kanıyor. Bir an bile dinmemiş acısı. Hep orada. Sevgimiz de orada. Akışı bozulan sevgimiz…
Her buluşmada ilk lokmalarımız artık o buzdan acı lokması. Ve bizi birbirimize en çok bağlayan şey, işte bu kurdelenin kan kırmızısı…
——-
Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.
Nükte Hanım, Yazınız derin tesirleri olan rüya gibi ve çok derin. Kaleminize sağlık. Bu girdap okuyucuyuda yakalıyor. Düzyazı şiir kıvamında ama şu dünya zindanında yaşadıklarımıza ışık tutan bir hissediş.
Diğer yazılarınızı da en kısa zamanda okuyacağım. meva
Değerli yorumunuz için teşekkürler Meva hanım. Sevgiler