Hatıra

Nine…

Ailemizde yerinden en az kımıldayan ninemdi. 

Bizler koşar, oynar, düşer ve kalkardık ama en son gelir ninemize sarılırdık. 

Hayatın her türlü aşamasını atlatmış, nice yazlar devirmiş, kışlarla boğuşmuş, defalarca domates kurutmuş, en güzel çileklerden reçeller yapmıştı.

Onun sakinliği, asırlar önce topraktan çıkmaya başlamış, usul usul yeşermiş, köklerini şehrin altına salmış çınarları hatırlatıyordu. Tıpkı yıllar önce tesadüfen seçtiği koltuğun, belirli tarafına, her gün sabahtan akşama kadar oturması gibi. Değişen tek şey, elindeki şişlere sarılı ilmeklerin rengi, yemenisinin deseni oluyordu.

Gün içerisindeki tek gayesi ve hareketi, daha ezan okunmasına yarım saat varken abdest alıp ‘namazım geçmesin‘ düşüncesiydi. 

Yemek ayırmazdı. Hatta öyle ki bazı yemekleri karıştırır ve akabinde “Nasıl olsa aynı yere gidecekler,” derdi. Kahvaltıdan sonra koca bardakta, demi gayet az, içinde kocaman iki parça limonlu çayını alır, akşam yemeğinden sonra ise hoşafını alır, o her zaman oturduğu koltuğa geçer sakince içeceğini yudumlardı, 

Gözlerini halıya kitler hayallere dalardı, onun hayalleri gelecekte olacaklar değil, geçmişte yaşanmışlardı. 

Torunlarını ve onların çocuklarını çok severdi. Konu ne olursa olsun, haksız dahi olsak her daim bizleri savunurdu. “Daha o çocuk! Üzmeyin onu…” veya “Gel bakayım annem… Gel..” diyerek basardı bizleri acılarla dağlanmış bağrına. Gider kucağına oturur yemenisinin ucuyla gözyaşlarımızı silerdik. 

Bizler için bir savunma üssü haline gelmişti ninemin yamacı. Ne zaman bir kabahat işlesek daha suçumuz ortaya çıkmadan ninemize koşardık. 

Ne zaman etrafta arkadaşım veya kuzenlerimden kimse olmasa hemen nineme koşardım akranım gibi. Sohbet ederdim onunla: Haberler  hakkında, takvimin arka sayfasındaki sağlık bölümünden; hangi sebzenin hangi organa faydalı olduğundan, bazen gazetedeki ibretlik menkıbelerden, elindeki örgüyü kime yaptığından…

Meyve yemeye o alıştırmıştı beni…

Örgü yapmak onun için vakit geçirici bir şeyden çok, bir vazife haline gelmişti. Kimi zaman sanki özel siparişmiş gibi gece bitirmeden uyumazdı. Her 3-4 ilmekte bir zikr eder veya bildiği kâfiyeli duaları okurdu. İlmekleri sayarken kulağına yaklaşıp aklını karıştırmak için rastgele sayılar söylerdim ve her seferinde sona çok yaklaşmış olmasına rağmen artık dayanamaz başa dönerdi, en sonunda annemin müdahalesiyle bırakırdım.

Ben onunla çok eğlenirdim ama aslında onun hayatı çok sıkıcıydı. Her gün düzenli gittiği okul, iş gibi bir yer yoktu veya geçmişteki güzelliklerden konuşabileceği bir arkadaşı. 

Onunla aynı zamanlarda kara topraktan mavi semaya doğru yeşeren bütün ağaçlar bir bir göçüp gitmişlerdi. Çok uzaklara… Ne sevdiği kardeşleri kalmıştı, ne de zaman zaman isimlerini mırıldandığı akranları…

Bir tek biz vardık hayatında, yalnız biz. 

Yaşadığı muhaceretten, yokluk günlerinden, harplerden haberi olmayan biz. Elinde ucûbe bir ekranla, akvaryumdaki balıklar gibi betondan apartman dairelerinde büyüyen bizler… 

Hayatı, ailesi bizdik. Bizden başka kimsesi yoktu, bizim de ondan başka ninemiz.  

——-

Serâzât.com’da yayınlanan yazı ve şiirlerin fikrî hakları ilgili yazar ve şairlere aittir. Bütün hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz.

A. Sevde YILDIRIM

Hat Sanatı. Okur. Klasik Türkçe. Seyahat. Arkadaş. Endless Bliss. Îşân.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu